Ece Ulusum

Jake Smith ya da sahne adıyla The White Buffalo, kendi müziğiyle sıkça savaş, aşk, kayıp ve hayatın karanlık taraflarını ele alarak dinleyicilerini bir duygusal girdaba sürüklüyor. Onun sesi ve sözleri, yaşamın acımasız gerçekleriyle dolup taşarken, bu cesur anlatım tarzı ona hem eleştirmenlerin övgüsünü hem de sadık bir hayran kitlesini kazandırdı. Smith’in müziği, sadece şarkı değil, bir hikaye anlatımı; dinleyiciyi zorlayan, sorgulatan, bazen de duygusal anlamda silkeleyen bir deneyim sunuyor. The White Buffalo, Epifoni organizasyonuyla % 100 Müzik desteğiyle 2 konserlik mini bir turne için ülkemize geliyor. Günümüzün en sevilen country şarkıcılarından biri olan The White Buffalo, 31 Ekim gecesi Ankara’da Milyon Performance Hall’da, 1 Kasım’da ise İstanbul’da KüçükÇiftlik Park’ta sevenleriyle buluşacak.

Bu röportajda, Smith’le müziğin derinliklerinde bir yolculuğa çıkıyoruz.

Jake, bu yıl Story ve Cursive teklilerini, ayrıca şarkılarınızın canlı kayıtlarını yayınladınız. Neden canlı kayıtları yayınlamak istediniz? Bu şarkıları yaratırken sizi yaratıcılık sınırlarınızı zorlamaya iten neydi? Müziğinizin zaman içinde nasıl evrildiğini düşünüyorsunuz?

100’den fazla şarkı ve 20 yılı aşkın bir süreden sonra bir canlı albüm yapmanın doğru zaman olduğunu hissettim. Canlı performanstaki tutku ve duygular stüdyoda tekrarlanamaz bir şey. Bu kayıtlar, güçlü ve ham bir şekilde yeni hayatlar kazanıyor. Sahneden seyirciye ve tekrar sahneye dönen o enerji döngüsü gerçekten büyülü bir şey. Yılın geri kalanı boyunca daha önce yayınlanmamış canlı versiyonlar sunmayı planlıyoruz.

Şarkılarınızda su, doğa ve yalnızlık gibi temalar öne çıkıyor. On The Widow’s Walk albümünüzde, okyanusun yalnızlığı ve doğanın gücü hakkında derin anlatılar var. Bu temalar sizin için ne ifade ediyor? Doğa, hem kişisel hem de yaratıcı süreçlerinizde size nasıl ilham veriyor?

Doğanın gücü ve güzelliği, mevsimler ve zamanın geçişi her zaman çalışmalarıma ilham verdi.

Wish It Was True gibi şarkılarda, özellikle savaş ve militarizm konularında, Amerika’nın sosyal ve politik dinamiklerine güçlü eleştiriler var. Dünyada aşırı sağ siyasi görüşlerin yükselmesi ve Trump’ın damgasını vurduğu bir dönem yaşanırken, tüm bunlar sizi nasıl etkiledi?

Açıkçası, en bilgili veya politik olarak bilinçli kişi değilim. Amerika’daki haberler çok gündem odaklı görünüyor ve gerçeği görüşten ayırt etmek zor. Politika genellikle gerçeğin değil, gösterişin peşinde. Ülkemizdeki derin ayrılık çok gerçek, ama ben genellikle çevremdeki şeylere ve kontrol edebileceğim, etkileyebileceğim şeylere odaklanıyorum. Savaşa her zaman askerlerin bakış açısından ve insan düzeyinde baktım. Daha büyük temalara dair küçük insan hikayeleri.

Sanatçılar olarak, müziğinizin artık sadece fiziksel albümlerle değil, dijital platformlardaki çalma listeleri aracılığıyla da keşfedilmesi yaygın. Sizce bu durum albüm bütünlüğünü zedeliyor mu? Dijital çağda bir sanatçı olarak albüm konseptini nasıl savunuyorsunuz?

Son stüdyo albümüm Year of the Dark Horse‘ta, albümün bir bütün olarak dinlenmesi için neredeyse aşırıya kaçarak bir çaba gösterdim. Her şarkının bir sonrakine geçtiği bir kulaklık albümü yapmak istedim. Anti-kahramanın bir yıl boyunca yaşadıklarını kapsayan bir konsept anlatıydı. Mevsimlerin ruh sağlığı, aşk ve yaşam üzerindeki etkilerini takip ediyordu. Her şarkı için kısa bir filme dönüştürdüğüm videolar çektim. Her şarkının anlamlı ve amaçlı olması fikri benim için albüm yapmanın her zaman hayati bir parçası oldu. Çoğu insanın müzik ve medyayı bugün kısa biçimlerde, küçük el cihazlarında tüketmesi, zihinlerimiz üzerinde hızlı bir etki yaratıyor.

Sons of Anarchy gibi bir dizinin müzikleri, şiddet, ihanet ve dostluk gibi ağır temalarla iç içe. Bu temaları müziğinize dahil etmek zor muydu yoksa bunlar insan doğasının kaçınılmaz bir parçası mı? Müziğin, şiddet gibi zorlayıcı temaları işlerken bir tür arınma sağladığını mı düşünüyorsunuz yoksa bu duyguları daha da derinleştirdiğini mi?

SOA‘da kullanılan şarkılarımın çoğu dizi için yazılmamış kompozisyonlardı. Bana birkaç cover şarkıda vokal yapmam için çağırdılar ve Come Join the Murder dizinin yaratıcısı/yazarı ve müzik sorumlusuyla aramızda bir iş birliği oldu. Bunun dışında, hepsi kendi amaçlarım için bağımsız olarak yapılmıştı.

Müziğinizi dinlediğimizde folk, rock ve country türlerinin bir karışımını hissediyoruz, ancak aynı zamanda benzersiz bir tarzınız var. Kendinizi belirli bir türle tanımlıyor musunuz yoksa bu çeşitlilik sizin için bir özgürlük alanı mı?

İnsanlar ne tür müzik yaptığımı sorduğunda birkaç kategori saymam gerekiyor, ama türlerin sınırlarını bulanıklaştırmayı ve umarım kendine özgü bir ses yaratmayı tercih ederim. Ben ve grup, prodüktörlerin yardımıyla her albümde The White Buffalo‘nun ne olabileceğini ve olması gerektiğini genişlettik.

Müziğiniz genellikle hem melankolik hem de umut dolu duygular barındırıyor. Karanlık ve aydınlık arasındaki bu ince çizgide nasıl bu kadar etkili bir şekilde ilerliyorsunuz? Bu temalar mı sizi şarkı yazma sürecinizde en çok çeken?

Hayat, aydınlık ve karanlık arasındaki dengenin tümüyle ilgili. Karanlık unsurlara daha kolay ulaşabildiğimi hissediyorum. Varoluşun gölgeli yönleri biraz daha ağır ve hayali şarkılarda keşfetmesi ilginç. Genellikle aşk şarkıları karmaşıktır, çünkü ilişkiler düzensiz olabilir.

Şarkı sözlerinizde hikaye anlatıcılığı güçlü bir rol oynuyor. Bir şarkı yazarken önce hikayeyi mi yaratıyorsunuz yoksa melodiler mi sizi hikayelere yönlendiriyor? Yaratım sürecinizin nasıl geliştiğini anlatabilir misiniz?

Genellikle melodi gitarla ve sınırlı kelimelerle, çoğunlukla anlamsız sözlerle gelir. Bu bana bir hikaye veya konsept için bir fikir verecek ilginç bir şey bulmamı sağlar. Başladığımda aklımda nadiren bir fikir olur.

 

Bu gönderiyi Instagram’da gör

 

The White Buffalo (@buffaloco)’in paylaştığı bir gönderi

İnsanlar müziğinizi çok kişisel ve içten buluyor, sanki sizinle bir yolculuğa çıkıyorlar. Bunca yıl sonra hala şarkılarınızda kendinizi keşfettiğiniz yeni yönler buluyor musunuz?

Bu son canlı albümüm A Freight Train Through the Night için şarkı seçerken, eski şarkılarımdan bir sürü dinledim. Bazılarının ağırlığıyla biraz duygusallaştım. Yazıdaki gibi yaşamın her aşamasında her zaman yeni zorluklar ve engeller vardır. Şeyler daha hafifleşmez. Amaç ve varoluşun büyük soruları daha da belirgin hale gelir.

Konserde bizi neler bekliyor?

Bir trio olarak sahne alacağız, tüm hırs ve duygularımızı sahneye taşıyacağız. Bizim için tamamen dinamikler söz konusu. Her gece tüm gücümüzle oradayız.