Ahmet YATĞIN
Amerikalı indie-pop grubu Nation of Language ile Blind’daki konserleri öncesinde samimi bir sohbet gerçekleştirdik. Grup özellikle Türkiye’de ilgiyle takip ediliyor. Post-punk türünde de varlığını hissedebildiğiniz New York’lu grubun üç üyesi Ian Richard Devaney, Aidan Noell ve Alex MacKay ile backstage’de bir araya geldik. Bir punk grubuna göre çok sağlıklı ikramlar bulunuyordu masada. Meyveler, kahveler ve bol bol su. Doğrusu şaşkınlıkla beraber keyiflendim. Alçakgönüllü tavırları ile iyice bizi mes ettiler. Öte yandan müzik dışında konulara gelince sohbet, örneğin siyasete, Türkiye’nin on yıl öncesini hatırladım. Siz de hemen hatırlayacaksınız, ekonomik istikrarın güçlü olduğu, satın alma gücünün normal seviyelerde ilerlediği o güzel günler. Şimdi sanki onlar bizim o günlerimizi yaşıyormuş da ortalık onlarda daha yeni karışacakmış gibi bir hava içindeydiler. Politik gündemden biraz endişeliydiler.
Müziğe gelince, para kazanmak için tura çıkmadıklarını sadece müzik yapmak ve müzikseverler ile bir araya gelmek için çıktıklarını söylüyorlar. Masada, kulaklığı takıp saatlerce müzik yapmaktan müthiş keyif alıyorlar. Çok farklı geliyor insana böyle şeyler duymak. Sanırım burada biz hayatı “Brutal” seviyesinde yaşadığımızdan öyle geliyor olabilir. Tabii Allah “Afganistan” seviyesinden korusun diyelim ve konuyu çok da dağıtmadan hemen sorulara geçelim. Grup adına Alex MacKay yanıtladı arada diğerleri de laf attı.
İstanbul’u gezme fırsatınız oldu mu?
Dün akşam güzel bir akşam yemeği yedik ve Boğaz’ı izleme fırsatımız oldu. Sabah da şöyle küçük bir tur yaptık. İnanılmaz. Buraya gelmeden önce buranın bir kediler şehri olduğunu duymuştuk ve gerçekten öyle. Tarih dolu, biliyorsun Amerika’da tarihi dokusu olan kentlere çok rastlamıyorsunuz.
İsminizin hikayesi nedir? Nasıl ortaya çıktı?
80’lerde Washington DC’de Nation of Ulysess adında bir Punk grubu vardı. Biz de Nation’lı bir şeyler düşünelim dedik ki bu gerçekten çok havalı. Nation Of’u yazdık ve gerisine serbest çağrışım ile bir sürü kelime yazdık. İçlerinden bir tanesi, resmen sayfadan fırladı. Ben burdayım dercesine… Böylece Nation of Language koyduk ismimizi.
‘TÜRK KAHVESİ İÇTİK İNANILMAZDI!’
Peki müzik dışında ne yaparsınız?
Çok bir şey yok aslında, genelde gezerek vakit harcıyoruz. Pandemi yasaklarının kalkmasıyla birlikte zaten bir tura çıktık. Sürekli yazıyoruz ve kaydediyoruz. Bu yaz sürekli albüm yazma modundaydık. Ailemize ve arkadaşlarımıza da bu yoğunluk arasında vakit ayırmaya çalışıyoruz. Kitap okumayı ve kahve içmeyi seviyoruz.
Punk gruplarını düşününce sanki o dipsiz kuyularca alkol içmenin yerini kahve almış gibi görünüyor.
Kahve de bir bağımlılıktır sonuçta! (Gülüşmeler) Bu sabah da Türk Kahvesi içtik ve inanılmazdı! Çok sevdik.
Birlikte müzik yapmayı nasıl tanımlarsınız? Mesela o süreç, o an nasıl gerçekleşiyor?
Yani enteresan, bir kere her her yerde oluyor. ‘Kahvem, nerede?! Köpeğim, kedim ne yapıyor?! Aaa sen mi geldin?! Şunu bi dinlesene!’ Bazen gerçekten böyle oluyorum, bazen de kulaklığı takıp tüm dünyadan uzaklaşıyorum ve sadece müziğe yoğunlaşıyorum. Eğer istediğim gibi şeyler çıkmazsa biraz ara veriyorum. Bir müzik belgeseli açıp izliyorum. Müzik belgesellerine bayılırım bu arada. Bir müzeye, bir plakçıya kaçıyorum bazen. Başkalarının ne yaptığına bakmak nasıl yaptığını izlemek bana ilham veriyor doğrusu.
Strange Disciples size sağlam kitle kazandırdı. Canlı dinlemek de müthiş olacak. Ardından bu yıl bi remix çıkardınız. Classixx ile çalıştınız remix’te. Onun şarkıya nasıl bir dünya kattığını düşünüyorsunuz?
Müziğimizin onun kulaklarından girip yeni bir hale gelmesi bizi çok etkiledi. Bana biraz Madonna’nın ilk yıllarını hatırlattı, ki bu harika! Kendi müizğimi başkasından dinlemek garipti, ne hissediyorum diye bi baktım, sonra gülümsedim. Evet harika bir remix’ti.
Müziğinizle aslında hikaye anlatıyorsunuz, peki nasıl bir anlatıcısınız?
Aslında neye benziyor biliyor musunuz, tam olarak otobiyografik değil, herkesten ve her şeyden bir şey toplayıp bir hikayeye dönüştürmek gibi. Hepsi gerçek olmak zorunda değil bazen kurgu bazen gerçek. Her şeyden bir şey çıkıyor, bir hikaye çıkıyor. Duygusal olarak sağlam bir şey ortaya çıkıyorsa tamam diyoruz işte oldu! Nihai hedef bu. Duygusal gerçekliğe ulaştıktan sonra kurgu mu gerçek mi olduğunun bir önemi kalmıyor. Bazen gerçekleşen bir olay, ya öyle değil de böyle gerçekleşseydi diye hayal kuruyoruz ve o bizi bambaşka duygulara götürüyor.
‘ESKİDEN ÜÇ RADYO KANALIYLA ANLAŞSAK YETİYORDU’
Çoğu müzik yayını, müziğinizdeki New York etkisinden bahsediyor. Siz nasıl bakıyorsunuz, gerçekten New York havası var mı müziğinizde?
Yani evet, bu bir gerçek. Doğrusu bu taraftan değerlendirmek biraz zor. Başkalarının bunu söylemesi benim için çok havalı çünkü hayallerimde New York gruplarının çok havalı olduğunu ve New York ile ilişkilendirilmenin bir rüya olacağını düşünürdüm. İlk albümün New York’tan çok etkilendiğini hissediyorum. Ama sonra ikinci albüm daha çok turnedeki şehirlerden etkilendi, hatta üçüncü albüm bile. Çünkü ilk albümü yazdığımız zaman New York’ta yaşıyorduk ve birkaç işte çalışıyorduk. Klasik, her gün metroda gidip geliyorduk ve hayatta kalmaya çalışıyor gibiydik. Zaman geçtikçe daha az New York merkezli hale geliyor ve mahallede daha az zaman geçiriyoruz.
Biraz politikaya geçelim. Biliyorsunuz Birleşik Devletler’de seçimler yaklaşıyor. Politika müziğinizi etkiliyor mu? Nasıl etkiliyor?
Üçümüzün de siyasete son derece bağlı olduğunu hissediyorum. Doğrusu kim bağlı değil ki? 2020 seçimlerinden sonra işler iyice yoğunlaştı. Bence bu kesinlikle şarkı yazma sürecini etkiliyordu. Etrafımızda olup bitenler, tartışmalar, sürtüşmeler, her gün bugün ne olacak acaba diye haberleri takip etmeler… Hepsi etkiliyor. Politik olarak çok mutsuzuz, enflasyon var.
Hiç bahsetmeyin bile! Peki konusu açılmışken soralım. Mesela Türkiye’de çok ciddi bir enflasyon var. Her şeyin fiyatı yükselirken maaşlar aynı oranda yükselmiyor. Satın alma gücü düşüyor ve dolayısıyla insanlar bilet alamaz hale geliyorlar. Belki büyük gruplar için bu çok sorun olmayabiliyor ama niş gruplar için bazen sorun olabiliyor. Bu durumla, müzisyen olmanın dışında, işinsanı olarak nasıl mücadele ediyorsunuz?
Kesinlikle. Biz çok yakın çalışıyoruz ve bu konularda bizden daha becerikli menajerimize danışıyoruz. Bu konulardaki tüm planlamaları en uygun haliyle yapıyor ve bunun verdiği güvenle hareket etmemiz çok önemli. Çünkü bizi sevenlerle, müzikseverler ile buluşmak için sabırsızlanıyoruz. Eskiden, ilk başladığımızda bu işler biraz daha kolaydı. Üç radyo kanalıyla anlaşsak yetiyordu ve müziğimizin duyulması çok kolaylaşıyordu ama şimdi her şey strateji! Bir kere tur yapmanın bize para kazandırmayacağını hatta para kaybettirebileceğini biz biliyorduk. Yine de bunu yapmak zorundayız. Müzikseverler ile buluşmak hem güven inşa etmek hem de tanışmak açısından çok önemli. Sadece müziğimizi satın almaları, dinlemeleri bizi tatmin etmiyor. Onlara dokunmak istiyoruz. Bu yüzden İstanbul’da sahneye almaya gelmek belki bize para kazandırmayacak ama insan kazandıracak. Bir etkileşim yakalayacağız. Müziğimizi, geneler olarak müziği önemseyen insanlarla tanışacağız ve buna değer.
Yeni ne var? Sıradaki projelerden bahseder misiniz?
Turneyi bitirir bitirmez stüdyoya döneceğiz. Çalışmaya devam edeceğiz. Ne zaman yayınlanacak diye sorarsanız bilemiyoruz ama sürekli çalışmaya kaldığımız yerden devam edeceğiz. Stüdyoya girip bir kimyager gibi yeniden deney yapmak için sabırsızlanıyoruz. Neye dönüştüklerini görmek için heyecanlandığımız pek çok demo şarkı var.
Dinleyicilerinize neler söylemek istersiniz?
Bize buraya görme, sizlerle buluşma fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederiz.