Zeynep TOKER
zeynep.toker@yellowbos.com

Melis Fis genç yaşında müziği, duygusunu ve sahnesini sosyal medyanın gücüyle birleştirerek milyonlara ulaşan isimlerden. İlk albümü Melodram’la türler arasında dolaşan sanatçı, hem üretim sürecine hem de sahneye tutkuyla bağlı. Kendi hikâyelerini farklı tarzlarda anlatmaktan çekinmeyen Melis, müzikle kurduğu kişisel bağı her röportajında biraz daha açıyor. Biz de onunla sadece şarkılarının değil, ilham kaynaklarının, sahne heyecanının, TikTok’un dönüştürücü etkisinin ve babasıyla olan iş ilişkisi gibi özel alanlarının da kapılarını araladık. Sadece viral olmak değil; iz bırakmak isteyen biri olarak, müzikte sadeliğin gücüne ve samimi bağların değerine inanıyor. Herkese şimdiden keyifli okumalar!

İlk albümün Melodram’da pop, rock, rap, hatta Latin gibi farklı tarzlara yer verdin. Farklı türleri bir arada kullanırken ilhamını nerelerden alıyorsun ve kendi müzikal kimliğini kaybetmeden bu harmanı nasıl başarıyorsun?

Aslında müziği hep bir oyun alanı gibi gördüm. Farklı türleri denemek beni besliyor. İlhamımı sadece müzikten değil; bir filmden, sokaktan, bir bakıştan ya da arkadaşlarımın hikâyelerinden bile alabiliyorum. Kendi müzikal kimliğimi kaybetmememin sırrıysa, hangi türle anlatırsam anlatayım kalbimden geçen hikâyeden kopmamak. Melodram da tam olarak bu özgürlüğün bir yansıması oldu.

Şarkı sözlerini kendin yazıyor ve şarkılarının prodüksiyon sürecinde de aktif rol alıyorsun. Yeni bir parça yaratırken genellikle önce sözler mi ortaya çıkıyor yoksa melodiyle mi başlıyorsun?

Genellikle melodi önce gelir. Melodi benim için bir hissin ilk nefesi gibi. Sonra o hissin dili olur sözler. Ama bazen tam tersi de oluyor; bir cümle o kadar güçlü geliyor ki, üzerine melodi kendiliğinden akar gibi oluyor.

Stüdyodaki prodüksiyon aşamalarında nasıl bir rol üstleniyorsun?

Her anında bulunmayı seviyorum. Sound’un ruhunu yakalamak benim için çok önemli. Aranje sürecinde fikir veririm, vokal kayıtlarında detaycıyımdır. Hangi enstrümanın nerede, nasıl çalacağı bile bazen kafamda çok net oluyor. Müziğin sadece söz ya da melodiden ibaret olmadığını düşünüyorum. Bu bir yapboz gibi… ve ben tüm parçaları birleştirmeyi seviyorum.

‘TİKTOK YENİ NESLİN SAHNESİ GİBİ’

Sosyal medyada, özellikle TikTok’ta paylaştığın müzik videolarıyla genç yaşta milyonlara ulaştın. TikTok’un algoritmalarının şarkılarının geniş kitlelere yayılmasındaki etkisini nasıl değerlendiriyorsun ve bir parçanın bu platformda viral olması senin için ne ifade ediyor?

TikTok yeni neslin sahnesi gibi. Bu dönemde müziğin yayılması için en hızlı yol. Bazen hiç ummadığın bir şarkı bir anda bir videoyla patlıyor, sonra herkes o kısmı söylüyor, paylaşıyor. Bu benim için sadece “viral oldu” demek değil… insanların şarkıda kendilerinden bir şey bulması demek. O kısacık nakaratla bile bir duygu geçiyorsa dinleyicilerime, bu benim için en büyük etki. Tabii algoritmanın da eli değince işler kolaylaşıyor ama asıl mesele, şarkının bir yerlerde birilerine dokunabilmesi.

Birçok sanatçı şarkılarını TikTok’ta trend olabilecek şekilde planlıyor. Sen yeni bir şarkı üretirken TikTok’ta kullanılabilir olmasını önceden planlıyor musun? Yoksa şarkı tamamen organik bir şekilde ortaya çıkıp sonrasında mı trend hâline geliyor?

Ben şarkıyı önce içimden geldiği haliyle yazarım. Hikâyesini, duygusunu, akışını çıkarttıktan sonra elbette şarkıyı yayınladığımda dinleyicilerimin ya da sosyal medyadaki takipçilerin dikkatini çekebileceğini düşündüğüm, şarkının ruhuna uyan “punchline” dediğimiz o can alıcı cümleyi ararım. Sosyal medya artık müziğin bir parçası ve ben de özümü koruyarak “sosyal medya friendly” sözler yazmayı seviyorum. “Gülü sevdim, dikeni battı.” gibi… “Yat kalk dua et.” gibi…

Markalar için de jingle çalışmaların oldu. Bir reklam müziği hazırlamak, kendi şarkılarını yazmaktan hangi yönleriyle farklı ve markanın mesajını müziğine yansıtırken yaratıcı özgürlüğünü korumak adına nasıl bir denge kuruyorsun?

Marka jingle’larında sınırları belirleyen bir brief oluyor ama o sınırlar içinde özgün kalmak bir oyun gibi benim için. Önemli olan kendi vokal tarzımı koruyup kendi kelimelerimle şarkıya o “tuzu biberi” katmak. Bu dengeyi kurarken hem iç sesimi hem de dinleyicinin kulağını aynı anda dinlemeye çalışıyorum.

Birkaç saniyelik bir reklam müziğiyle dinleyicide etki yaratmak başlı başına bir yaratıcılık sınavı. Bu kısıtlı formatta müzik üretirken nasıl bir yaklaşım benimsiyorsun ve bu tür projeler müzikal gelişimine nasıl katkı sağladı?

Az sözle çok şey söylemeyi öğreniyorsun. Birkaç saniyeye duyguyu sığdırmak, bazen uzun bir şarkıdan daha zor. Bu projeler bana müzikal minimalizmi öğretti diyebilirim. Her detayı daha çok düşünmeyi, daha yaratıcı çözümler üretmeyi sağladı.

 

Bu gönderiyi Instagram’da gör

 

Melis Fis (@melisfis)’in paylaştığı bir gönderi

‘DİNLEYİCİ KİTLEM GERÇEKTEN HARİKA’

MELOTURNE 2025 ile birçok şehri dolaşıp hayranlarınla buluşuyorsun. Her konserde seyirciyle güçlü bir bağ kurabilmek için nasıl bir hazırlığın oluyor?

MELOTURNE 2025 benim için sadece sahneye çıkmak değil, her şehirde kalpten bir bağ kurmak. Konser öncesi deli gibi heyecanlanıyorum. Her defasında sanki ilk defa sahneye çıkıyormuşum gibi. Ama en güzeli, o kalabalığın içine girip göz göze gelmek, birlikte aynı şarkıyı söylemek. Her konser sonrası da elimden geldiğince herkesle tek tek fotoğraf çektirmeye çalışıyorum. Çünkü oraya gelen herkesin benim için ayrı bir değeri var. Biri bir şarkımı ezbere söylüyorsa, biri sırf beni görmek için yola çıkmışsa, ben de ona o değeri hissettirmek istiyorum. O yüzden sadece konser vermiyorum, gerçekten sevgimizi paylaşıyorum.

Farklı şehirlerdeki dinleyici kitlelerinin enerjisine göre performansında değişiklikler oluyor mu?

Kesinlikle. Her şehir başka bir enerji. Bazı şehirlerde akustik setler daha çok hissediliyor, bazı şehirlerde tempolu, danslı şarkılara tepki daha büyük oluyor. Ben de o anın ruhuna göre sahnede doğaçlamalar yapmayı seviyorum. Anda kalıyorum ve ortamın keyfini çıkarıyorum. Dinleyici kitlem gerçekten harika. Nereye gidersem gideyim sevgilerini böyle hissettirdikleri için minnettarım.

Turne sırasında hem fiziksel hem de duygusal açıdan zorlayıcı anlar yaşanabiliyor. Bu zamana kadar karşılaştığın en zorlu deneyim neydi ve bu durumu aşarken neler öğrendin?

Turne dışarıdan bakınca çok büyülü görünüyor. Sahneler, alkışlar, şehir şehir dolaşmak… Ama işin içinde olunca fiziksel ve duygusal olarak ciddi bir tempo var. En zorlandığım dönem, 8 günde 8 şehir konser verdiğim zamandı. Sonlara doğru hem bedenim hem sesim alarm vermeye başladı. Sahne öncesi kuliste sıcak su, bitki çayları derken sesimi toparlamaya çalışıyorum ama içimden geçen yorgunluk gözümden bile okunuyordu. Bir konserde sesim neredeyse çıkmıyordu ama seyircinin enerjisi beni ayakta tuttu. O zaman anladım ki, sahneye sadece sesinle değil, yüreğinle de çıkıyorsun. Bazen sesin yetmeyince kalbin devreye giriyor.

‘MADISON SQUARE GARDEN’DA KONSER VERMEK İSTİYORUM’

Baban aynı zamanda menajerin. İş ile aile arasındaki dengeyi nasıl sağlıyorsun?

İşteyken menajer-sanatçı, iş bitince evde kızıyım. O çizgiyi kurmak başta zordu ama zamanla birbirimizi çok iyi dengeledik. Aramızdaki sevgi bağı sayesinde işteki stresleri de sevgiyle çözmeyi öğrendik.

Babanla profesyonel çalışmak sana daha fazla güven ve rahatlık mı veriyor, yoksa aile bağının getirdiği zorlukları yaşadığın anlar oluyor mu?

Babamın yanımda olması benim için en büyük nimet. Yanında sonsuz güvenebildiğim biri var, o kişi babam. Bazen özel hayatla iş hayatı iç içe geçebiliyor tabii. O zamanlar biraz nefes alıp hatırlıyoruz: önce baba-kızız. Bu dengeyi koruyabildiğimiz sürece her şey yolunda.

Babanla birlikte çalışmaktan edindiğin en önemli ders ne oldu?

İşin duygusunu kaybetmeden profesyonel kalabilmek. Babam bana hep şunu öğretti: Sevdiğin işi yapmak çok güzel ama disiplinsiz olmaz.

Kariyerinde ulaşmak istediğin en büyük hedef nedir? Gelecekte birlikte çalışmak istediğin prodüktörler veya hayalini kurduğun bir sahne var mı?

Uluslararası sahnelerde kendi kültürümle insanlara dokunmak istiyorum. Bir Türk olarak dünya starı olmak en büyük hayalim. Max Martin gibi prodüktörlerle çalışmak ve bir gün Madison Square Garden’da konser vermek istiyorum. Dünya turuna çıkıp Türkiye’yi gururla temsil eden bir sanatçı olmak… çocukluğumdan beri kurduğum hayal bu.

Son olarak, Back on Stage okurlarına ve dinleyicilerine neler söylemek istersin?

Back on Stage ailesine ve tüm güzel dinleyicilerime kocaman sevgilerimi gönderiyorum… Müzik bizi birbirimize bağlayan en güzel şey ve bu yolculukta sizinle birlikte yürümek benim için tarifsiz bir mutluluk. Daha çok şarkı söyleyeceğimiz, daha çok sarılacağımız günlerde yeniden buluşmak dileğiyle… Kalbiniz hep müzikle dolsun, enerjiniz hiç eksilmesin!

MELOTURNE TAKVİMİ: