SUSMAK BAZEN…
“Hayat, siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir” demiş John Lennon. Hayatta, neredeyse her gün hatırlıyorum bu sözü.
Şu an Londra’dayım. Ülkemin sanat ve sanatçıyla ilişkisi son yıllarda iyice kilit olduğu için, kendimi geliştirip beslemenin alternatif yolunu ararken, İngiltere’de bilim ve sanat insanlarına sunulan bir ayrıcalık ile Exceptional Talent (Sıra dışı yetenek) Vizesi karşılaştım ve kabul edildim. İnsanın yıllarını verdiği emeklerinin sadece ülkesinde değil, dünyada da takdir görmesi çok gurur verici, motive edici bir durum. Bu taze bilgi ile Londra’da şehrin, sanatın, bilmin tadını almaya çalışırken planlar yaptım.
‘İSTANBUL’A UÇAĞIM VARDI’
Bugün için planladığım şuydu: Londra’dan İstanbul’a uçağım vardı. Akşam saatlerinde… Nisan’ın ilk haftası, Alain De Botton’un The School of Life adlı oluşumu için Sanatın İyileştirici Gücü üzerine bir seminer verecektim. İstanbul’un ve Türkiye’nin en uzun süre ayakta kalmayı başarabilen caz kulübü Nardis’te ve başka yeni salonlarda, 2019 Kasım ayında çıkardığım son albümüm Entropi’nin konserlerini verecektim. Yeni başlattığım YouTube projeleri için ek çekimler yapacaktım. Doğum günü yaklaşan annemi ziyaret edecek, dostlarımla, sevdiklerimle hasret giderecektim. Sonra da bavuluma yeni kitaplar ekleyip, Londra’ya geri dönecektim; bir sonraki Türkiye konserlerime kadar… Peki ne oldu? Gezegeni çaresizlikle sarmalayan bir salgın hastalık; Korona (Covid-19). Planlarım? Planlarımız? Önceliklerimiz? Her şey birbirine karıştı. Hayat durdu.
Bu kaosun büyüme hızı ile paralel yeni ve ortak bir yaşam dili oluştu gezegenimizde. Kültür, köken, inanç, cinsiyet, milliyet ve hatta yaş farksızlaştı. Şimdinin önemi büyüdü, kendini gösterdi. Bu yeni yaşam kuralları içinde var olmayı başarma telaşı sardı herkesi. Global dediğimiz alan koskocaman bir lokal oldu.
Bu gönderiyi Instagram’da gör
‘HER YER İNSAN KAYNIYORDU’
Dünyada festivaller, konserler, sanat etkinlikleri, sergiler, müzeler; kısacası sanat gösterimleri ve buluşmaları durdu. Londra bu konuda takvimin biraz gerisindeydi açık konuşmak gerekirse. İtalya, geç de olsa, kendini evlere kapatalı neredeyse bir hafta olmuştu, Los Angeles ve New York gibi sahne sanatlarının temsilcisi şehirler etkinliklere acilen son vermişti fakat Londra’nın sanat ikonlarından Royal Albert Hall konserlere ev sahipliği yapmaya devam ediyordu.
Londra’nın günlük rutini olan barlarda, kulüplerde, restoranlarda, özel organizasyonlarda konserler tüm coşkusuyla sürüyordu. Müzikaller de oynanmaya devam ediyordu. Sanat izleyicileri bu gösterileri takip etmeyi sürdürdü. Gitarist arkadaşım Richard telefon edip, “Biz bu cumartesi ve sonrasında müzik yapamayacağız Dolunay” diye haber verdiğinde tarih 18 Mart idi! Bu arada restoranlar doluydu, kafelerde saatlerce oturuluyordu, British Library başta olmak üzere kütüphaneler, tarihi binalar, seminerler, atölye çalışmaları, konferanslar, toplu taşıtlar, her yer insan kaynıyordu. Hele iş çıkış saatlerinde metrolar! İstanbul’un akşam metrobüslerini aratmıyordu.
Dünyanın çeşitli noktalarında insanlar ölmeye başlamıştı ki Londra’nın Canary Wharf Bölgesi’ndeki plazalarda vakalar ya da şüpheler tespit edilmesi sonucunda, her gün bir bina boşaltılır, çalışanlar evlerinden çalışmaya yönlendirilir oldu. Halk, o sıralarda, bölgedeki süpermarketten alışverişini sürdürüyor, metro ve otobüslerde bu konuları haber eden ücretsiz gazeteleri elden ele gezdiriyordu. Londra’nın büyük sanat merkezleri, konser salonları, kulüplerin çoğu ancak 16-22 Mart haftasında kapanabildi.
Bu gönderiyi Instagram’da gör
‘HASTALANDIM MESELA BEN…’
Şubat ayında hastalandım mesela ben. Nezle, soğuk algınlığı gibi bir durumdu. Birkaç gün sonra boğaz ağrısı başladı. Soğukta beklerken üşüdüm sandım. Sesim kısıldı, öksürük başladı, telaşlandım çünkü konserim vardı. Zaman içinde öksürük göğse indi, derinleşti. Mesleğimden dolayı hastalıklarıma, semptomlara, dolu sinüslerimden gelen uyarılara alışkınımdır. Bu seferkini anlayamadım; çözemedim.
Bitki çayı, bal, çorba, şurup, vitamin falan konseri atlattım ama ben iyileştikten ve olaylar büyüdükten sonra da “Acaba ben ne yaşadım?” diye de düşünmeden edemedim doğrusu. Şimdi özellikle müzisyen arkadaşlarımdan zaman zaman yükselen ateş, bitmeyen öksürük, halsizlik gibi şikayetler duyuyorum. Bu yaşananlar herhangi bir grip de olabilir, olmaya da bilir. Bunu test etmek için buradaki sağlık sistemi bize bazı sorular soruyor ve yüksek ateşle birlikte nefes darlığını aynı anda yaşamıyorsak test etmiyor.
Tabii şu an ne oldu? İngiltere, halkımız kol kola bağışıklık geliştirsin politikasından hızla geri döndü çünkü bağışıklığı neye karşı geliştirdiğimizi bilmiyoruz. Evlerimize kapandık. Hâlâ bu konser salonları neden açık, bizler bu salonlarda çalmak istemiyoruz, kendimizi güvende hissetmiyoruz diyen sanatçılar rahat bir nefes aldı, salonlar kapandı. Bu arada okullar da konser salonları ile yaklaşık aynı tarihlerde kapatıldı.
Artık sokağa da market alışverişi dışında çıkmamız yasak. İki kişiden fazla toplanmamız da yasak. Fakat bu yasaklar başlamadan önce o kadar uzun bir zaman bizler, hep beraber ve aktif sosyal gruplardık ki, şehre bıraktığımız bu kirli sessizlik sadece endişe ve hüzün veriyor. Bir de geç kalmışlık hissi… Aslında tüm dünya, parayı kaybetmekle sağlığı kaybetmek arasında gidip geldi bu dönemlerde.
‘MÜZİSYENLERİN MADDİ KAYIP TESPİTİ ÇALIŞMALARI BAŞLADI’
Dünyada bu yaşananlar, sağlığımız kadar ekonomimizi de derinden sarstı. İşte bu alanda İngiltere hızlı hareket etti, ev kiralarını dondurdu, çalışanlara maaşlarının yüzde 80’i gibi bir destek çıkarttı, şahıs şirketlerine ayrı ayrı ekonomik destek paketleri hazırladı. Tabii müzisyenlerin meslek hayatında aranjman, beste ya da ev-stüdyo kayıtları dışında, büyük bir boşluk oluştu. Londra’nın her yerinde her saatte canlı müzik vardır normalde. Çok kalabalık bir kitleden söz ediyorum. Benim de üyesi olduğum bir müzisyen meslek birliği olan Musicians Union neredeyse hükümetten de önce harekete geçti ve öncelikle üyelerine “Yalnız değilsiniz, yanınızdayız” mesajını verdi.
Müzisyenlerin bu dönemdeki olası maddi kayıplarının tespiti için anket çalışması başlattı. Hukuki danışmanlar belirledi. Aynı şekilde, benim vizemi de onaylayan Art Council, dijital seminerler gibi aktiviteleri destekleyici bir dijital platform açtı. Bu girişimler kime ne kadar süre boyunca nasıl destek olur bilmiyorum ama bu koşullardaki temel ihtiyacımız olan güveni bize sağladı. Elbette bir sahne sanatçısını eve kapatıp maaşa bağlayarak hayatta kalmasını bekleyemez kimse. Bu, sadece o insanı yaşamdan soğutur ama biliyorum ki üreten zihin, yeni koşullara uyum sağlayarak üretimine devam edecektir. Bu, sadece fiziksel bir seleksiyon değil, aynı zamanda zihinsel olarak da uyumlanmayı ve hayatta kalmayı sınayan bir dönem.
Şimdi gelelim evlerine kapanan müzisyen çığlıklarına, Londra manzaralarına. Bizim ülkemizde olduğu gibi, burada da çılgın bir online canlı konser furyası başladı. Normal şartlarda tek bir parçanın kaydı için kılı kırk yaran, stüdyoyu, mühendisi, mikrofonu, cihazları beğenmeyen, dünyanın öbür ucunda mastering yaptırmak için paralar döken hassas müzisyenlerin, şimdi yangından mal kaçırır paniği içinde, varlığını ispatlamanın ötesinde bir değer içermeyen, düşük ses ve görüntü kalitesine sıkışmış acele-canlı-online konserleri bana oldukça çaresiz görünüyor. Bunu burada İngiltere’de de yapmaya başladılar. Var olan bir performansın canlı yayınlanmasından farklı bir durum bu. Pencereden trompet solo atan İtalyan’ın doğallığından uzak. Bu nedenle anlamlandırmakta zorlanıyorum.
Benim bu süreci değerlendirmek konusundaki önerim, tüm sanatçılar için aynı; bu kadar acele etmek yerine, bir adım geriye çekilip büyük resmi görmek olabilir. Analiz etmek. Anlamaya çalışmak. Ve söylenecek söz, aktarılacak düşünce olduğunda bunu dile getirmek.
Hayatta, bugüne kadar yaptıklarımızla var olduğumuz yanılgısından sıyrılıp, özümüzü hatırlamak, rutinimizi kırmak, kendimizi tekrarlamaktan kaçmak, daha başka yapabileceklerimizi, var olana ekleyebileceklerimizi tasarlamak için bir fırsat olarak değerlendirmek. Ve hatta cesaretimiz varsa; TABULA RASA! İnsan ömründe yeniden karşılaşılan nadir bir fırsat olabilir.
Ama hepsinden önce biraz durmak. Bakmak. Görmek. Görünmeyeni görmek. Kendini bilmek.
Susmak bazen… Ne kadar büyük…