Çağatay YILMAZ
@cagatayilmaz3

Röportaj için ne zaman müsait olur, sormak lazım diye düşünüp aradığımda “E hadi yapalım” diyen, hızlı biri Kerem Görsev. Bu beni mutlu etti zira röportaj sırasında inanmadığı hiçbir şeyi yapmayacağını sıklıkla vurguladı.

Dünyaca ünlü müzisyenin 1967’de konservatuvara girmesiyle başlayan müzik yolculuğu ilk günkü heyecanıyla, kendi deyimiyle ‘amatör bir ruhla, profesyonel olarak’ devam ediyor. Şu sıralar, geçen Kasım ayında çıkan Perfect Balance albümünün ardından konserlerine devam ediyor. 5-7 Şubat tarihleri arasında isim babası olduğu Touché’de Görsev’i izleyebilirsiniz. Sohbetimiz albümden Grammy’e, caz kulüp ve festivallerine uzandı.

❏ Albümlerinizde, şarkıların kaydını tek seferde yapmayı sevdiğinizi okudum. Doğru mu, Perfect Balance’ta da böyle miydi?

Doğru, evet. Ernie Watts’la bir turne yaptık bu albümün kaydından önce. Eskişehir, Ankara, İzmir gibi yerlerde konserler oldu. Sonra, daha öncesinden gününü aldığımız 19 Mayıs 2019’da bir de stüdyoya gidip çaldık, konsere çıkar gibi. Kayıtlar 4 saatte bitti.

❏ Neden, ilk kayıttan sonra üzerine hiç çalışmıyor musunuz?

Caz müziğinde ‘overdub’ olmamalı, tek tek çalıp düzenlenmemeli yani. Bizde öyle değil. Mikrofonlarımızı ayarlıyoruz, hepimiz aynı yerde, aynı anda kayıt alıyoruz. Herkes hissettiklerini birebir yansıtıyor. Kazasıyla, ufak tefek hatasıyla ortaya ne çıkarsa o. Eski caz kayıtları da böyledir. Neyi düzeltme ihtiyacı hissedeyim? Zaten küçük hatalar olmadan olmuyor caz.

❏ Başka caz müzisyenlerle konuştuğumuzda iki zıt bakış açısı gördük. Bir taraf şaşırtıcı derecede geleneksel, standart caz eserlerinden şaşmamayı savunurken diğer taraf doğaçlamayı epey önemsiyor. Siz ne dersiniz?

Yaklaşık son 20 senedir kendi bestelerimi çalıyorum. Caz bestelerinin de bir şekilde formları var, klasik müzik gibi düşünebilirsin. Caz müziği hepimiz o standartlardan öğrendik. Kendi bestelerimi de o standartlara yakın bir formatta yapıyorum. Beste bittikten sonra, yine aynı armoni sistemi içinde doğaçlama kısmı başlıyor. Yani kafana göre doğaçlama olmuyor, temsil ettiğin bir müzik tarzı var. “Kaptıralım  kendimizi, plansız çalalım” gibi şeyler benim kafama yatmıyor. Benim müziğimde öyle bir doğaçlama yok.

❏ Sizin şarkı ve albüm isimlerinizde topluma dair mesajlar hep vardır, Soma için de bir beste yapmıştınız. Bu albümdeki Perfect Balance ismiyse daha kişisel sanırım?

Kendi, kişisel dengem… Geçmişim ve geleceğim arasında bir buluşma noktasıdır bu albüm. Aynı isimdeki parça da benim içsel dengelerimi anlatan bolero, dingin bir eser. Yaptığım başka parçalarda tabii ki doğayla, hayvanlarla, başka insanlarla, kızımla, sevgililerimle olan ilişkilerime dair bir şeyler var. Hepsini müziğime yansıtıyorum. Caz müzik, uzun yaşanmışlıklara dayanan bir tür. Ben de “Haydi bir beste yapayım” diyerek başlamıyorum, bir şeyden etkilenmezsem müzik yapamam. Etkilendiğim bir şey olursa bana müzik olarak döner. O zaman samimi bir beste yaptığımı anlarım ve rahatça çalarım.

❏ İlk defa bir albüm kapağınızda ellerinizi gördük. Ellerin anlamı ne sizin için?

Elim olmasa hiçbir şey yapamam ben. Müzisyenin yaşama nedeni elleri. Kalp ve beyin nasılsa eller de öyle benim için. Bir de, piyano çok güzel bir nesne. Öyle bir şeyler yapalım dedim, abim Ahmet Görsev Bodrum’daki evde merdivenle tepeme çıkıp halletti işte. Kapaklarda kendimi göstermeyi sevmiyorum. Bunda bir piyanoda ellerim olsun istedim. İki el arasındaki dengeyi anlattık, o ‘perfect balance’ı.

❏ Birçok röportajınızda bahsi geçmiş, bir kurşun kalem merakınız var…

Kurşun kalem merakım uzun süredir var. Bilgisayarla çalışmayı sevmiyorum. Kurşun kalemle istediğim gibi yazıyorum, çiziyorum, siliyorum. Çocukluğumdan beri buna alışkınım, halen de bırakmadım. Bestelerimi kurşun kalemle yazıyorum. Saksafoncu Engin Recepoğulları arkadaşımız var birlikte çalıştığımız. Cep telefonumla nota kağıtlarının fotoğrafını çekip ona atıyorum. Engin bilgisayarda yazıp geri fotoğraf atıyor, düzeltmemiz varsa yapıyoruz. Sonra davulcu arkadaşımız Ferit Odman’a gidiyor, o da bir yerden çıktısını alıp getiriyor. Böyle bir şarkı yazma hikayemiz var.

❏ Müzikte elektronik seslere pek sıcak bakmıyorsunuz diyebilir miyiz o zaman?
Bestelerinizde duymak pek mümkün değil zaten…

Ben sana sorayım, hoşuna gitmeyen bir kadınla çıkar mısın? Menfaatin olsa da çıkmazsın. Müzikte de, hayatımın geri kalanında da ilgimi çekmeyen hiçbir şeye şirinlik olsun, popülerlik olsun ya da bir menfaatim olsun diye gitmedim. İnanmadığım grupla çalmam, inanmadığım müziği para da verseler çalmam. Sevdiğim, inandığım şeylere dokunma zevkim var benim. Elektrikler gitse de biz enstrümanlarımızı çalarız. Okuldaki eğitimim de böyleydi. Keman, piyano çaldım. Ben hep tahtalarla uğraştım yani. Beraber çalıştığım herkes de böyle. Doğanın bize verdiği nimetlerden ses çıkarmayı seviyoruz. Hep akustikte kaldık.

❏ Grammy gündemdeyken sormak isterim, sizce neden caz böyle büyük ödül törenlerinde arka planda kalıyor?

Grammy’de cazın ayrı bir yeri var, öğlen saatlerinde veriyorlar. Diğerleri kırmızı halılar falan… Tabii şöyle bir gerçek var, ABD’de bile binde 17 gibi bir oranla dinleniyor caz. Rap, R&B ya da özellikle ABD’de folk çok daha popüler. Bir dönem blues’dan sonra rock da popüler olmuş. Image maker’ların da yardımıyla, danslarıyla kıyafetleriyle gençlerin daha çok ilgisini çekiyorlar. Caz da ‘antik’ haliyle öyle duruyor. Ama özellikle müzisyenlerin unutmaması lazım, klasik müzikten sonra dünyanın ikinci müziğidir caz. Sonraki tüm türler ondan türemiştir yani.

❏ Sentez müzik yükselişte, Altın Gün de Grammy adayıydı biliyorsunuz. Müziklerine Anadolu funk diyorlar. Bir de Erkan Oğur gibi isimlerin öncülüğünde gelişen Anadolu caz var. Sizin bu tip çalışmalara bakışınız ne?

Demiştim ya, insan inanmadığı şeyi çalmaz. Grup da, Erkan Oğur da inandıkları farklı farklı müzikleri çalıyor. Ne güzel işte, müzisyen herkes tek tip gri üniforma giyip gezecek değil ya. Müzik demokrasidir, caz müziği Yeşiller Partisi gibi görüyorum diğer müziklerin yanında. Yeni müzisyenler, yeni müzikler güzel… İyi oluyor, enerjik oluyor. Bizim besteler biraz daha farklı bir dünya ama. Daha değişik kitlelere hitap ediyoruz.

❏ Farklı bir dünya derken ne kastediyorsunuz?

Bizim müziğimizde sözler olmadığı için, parmağımızla anlatabiliyoruz bir şeyleri. Ya da konuşarak anlatmam lazım. Şarkıların hepsinin bir yaşanmışlıkları, hikayeleri var. Konserlerde de anlatıyoruz bazen, biraz daha kalabalık bir kitleye ulaşmak için uğraşıyoruz. Ölümüme kadar da bu mücadeleyi vermeye devam edeceğim. Bu müziği seviyorum, buna inanıyorum.

❏ Bu hikayeleri bir belgesel ya da kitap gibi bir çalışmayla sevenlerinize ulaştırmak istemez misiniz? Daha önce gündeme gelmiş ama yapmamışsınız sanırım.

115-116 bestem var, bir ‘Kerem Görsev Songbook’ yapmayı istiyorum. Batu Akyol’un çektiği güzel bir belgeselde yer aldım, internette bulunabiliyor. Böyle işlere destek oluyorum bazen ama kendi belgeselimi yapayım diye bir amacım yok. Bir de yargılanmayı hiç sevmiyorum. Müzik öyle bir şey ki, bir iş yaptığında arkasında durman gerekir. Öyle sonradan ‘yayından kaldırayım, toplatayım’la olmaz. Sadece yapmış olmak için yapmamak lazım. Bir hikayesi, yaşanmışlığı, mesajı olması lazım. Dinleyenlere bir şeyler anlatmalı. Yoksa “20-30 tane albüm yapayım, bir şekilde medya da benden bahsetsin” gibi şeyler çok içi boş geliyor bana. Belgesel gibi konularda da, arkasında duracağım bir şey olursa içine girerim.

❏ Tüm dünyada caz müzisyenleri ve dinleyicilerinin sayısı artıyor. Türkiye’de de birçok etkinlik düzenleniyor. Bu etkinliklere nasıl bakıyorsunuz?

Uluslararası İstanbul Caz Festivali, Uluslararası İstanbul Müzik Festivali ve Akbank Caz Festivali yıllardır amiral gemisi oldu bu işlerin. Biz de gençken yıllarca gıptayla dinledik oralarda müzisyenleri. Sonra biz de böyle festivallerde sırayla çalmaya başladık, hayallerimizi gerçekleştirmemizi sağladı bunlar. Sahneler genişliyor. CRR var, The Badau var zaman zaman çaldığımız. Zorlu PSM var bir de şimdi. Orada aynı gün 3-4 mekanda konser oluyor. Genel müdürü Murat Abbas çok iyi yaptı. Elektronik festival de yapılıyor, caz festivali de. Touché diye bir kulüp var içinde, hemen her gün caz performansları oluyor. Güzel şeyler oluyor yani. Böyle mekanlarda caz müzisyenler çalıp ulaştıkları kitleyi arttırıyorlar, mekan sahipleri için de iyi.

❏ Caz festivallerinde farklı müzik türlerine yer verilmesine nasıl bakıyorsunuz?

Festivallerde Joan Baez’in de adı geçiyor, Eric Clapton’ın da… Dünyada böyle oldu bu işler artık. Rock ve pop müzisyenler, özellikle efsane olanlar bilet satışlarını da etkiliyor. O yüzden caz festivallerine eklenebiliyor. Rahatsız olanlar var ama beni rahatsız etmiyor. Sadece, caz festivali içinde farklı türdeki konserleri ‘özel etkinlik’ olarak belirtseler daha etik olur. Cazı hiç bilmeyen biri de katılıyor konsere örneğin, farklı tanıyor. Sonra gerçekten bir caz konserine gittiğinde beklediğini bulamıyor. Dinleyiciyi eğitebilmek lazım, özellikle festival direktörlerinin çok iyi caz kültürlerinin olması lazım. Festivalde çalan caz müzisyenin de kendini geliştirmesi lazım. Önemli konular bunlar.

❏ Bahsi geçmişken, Touché’nin isim babasının siz olduğunuzu duydum. Adı Velvet’ti, sonradan değişti. Hikayesi ne?

Açık söyleyeyim, caz kulüpler açıldığı zaman zevkten eririm. Bu mekan açılmadan önce PSM’de konserim vardı. Murat Abbas, “Hazır buradayken bakalım” dedi. Baktık, güzel olacak gibi. Uyduruk bir piyano vardı, buraya bir Steinway almak lazım dedim. Birkaç gün içinde yapıldı operasyonu. İsmi de, piyanosu, davulu, ses sistemiyle mükemmel bir kulüp olmasıyla verdik. Alan Broadbent, Ernie Watts gibi isimleri getirdik birkaç kere. Her ay ben de birkaç gün çalıyorum. Kulüpler caz müziğin yaşaması için önemli. Ben de elimden gelen her şeyi, amatör bir ruhla profesyonelce yapmaya çalışıyorum. Her kulübe hiçbir beklentim olmadan yardım ederim.

Lale Plak kapanacağını duyurmuştu, Ocak’ta da kapattılar. Plak satışlarında yükselme var tüm dünyada ama bir yandan da butik müzik dükkanları kapanıyor ya da büyük şirketler içinde eriyor. Ne dersiniz?

Lale Plak’ın kapanma nedeni işlerin kötü gitmesi değil, mülkü satıldı. Yakında başka bir yerde devam eder inşallah. Plak sektörüne gelince, insanlar o güzel sesleri duymak için tekrar plak bastırmaya başladı. Fiziksel albüm düştü, arabalara bile CD çalar koymuyorlar artık farkında mısın? Kızım bile albümü almayıp indiriyor. Ama plağın bir tadı ve benim gibi meraklıları da var. Ciddi bir yükselişte. Moda bir tarafı da var tabii ama tamamen büyük bir hevesle, ticaretten uzak yapanlar da var. Şapka çıkarmak lazım.

❏ Başka bir röportajınızda kısaca bahsedip detay vermemişsiniz, bir döneminizi “Rock’n roll yaşadım” diye anlatmışsınız. Nasıl bir Kerem Görsev vardı o dönem? 

1983’ten 1994 yılbaşına kadarki dönemden bahsetmişim. Rock’n roll deyince ne geliyorsa aklına, öyle yaşadık. Fazla deşme! (Gülüyor.)

❏ Cevabı tahmin eder gibiyim ama adettendir sorayım, eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Konuştuğumuz yeterli işte. Müzik gibi düşün bunu da. Ne dediysek, çaldıysak kaydettik bitti. Sonradan ekleme yapmam ben, başta dediğim gibi. Sana da tavsiyem bu olur.