Çağatay Yılmaz

Yeni çıkan albümleri ve özellikle ‘alternatif’ sanatçıları incelerken fark ettiğimiz bir şey var, bağımsız müzisyenlerin yükselişi. Göz devirmeler gelmeden söyleyelim, bu tespiti ilk olarak biz yapmıyoruz elbette. Bağımsız, tüm dünyada bilinen adıyla ‘DIY’ müzisyenlerin sayıları da, ekonomideki payları da sürekli artıyor. Peki ‘DIY’ müzik ne demek?

Kelime İngilizce kökenli, ‘Do-it-yourself’ kalıbının kısaltması. Kendin yap olarak çevirmek mümkün. Aslen mimari alanında kullanılsa da, özellikle son yıllarda bir şirkete bağlı olmadan, büyük stüdyolarda çalışmadan kendi müziğini kendi başına üretip yayınlayan müzisyenleri tanımlamak için kullanılıyor. Her geçen yıl, hem bağımsız plak şirketlerinin hem de hiç bir şirkete bağlı olmadan çalışan müzisyenlerin müzik piyasasındaki payları artıyor.

Bu yükselişi dijital müzik çağına borçluyuz. Spotify, YouTube, Apple Music, Pandora gibi uygulamaların ‘aracı’ları neredeyse ortadan kaldırarak müzik yayınlamaya imkan vermesi, müzikten para kazanmanın da zorlaşmasıyla doğal olarak müzisyenleri her şeyi kendilerinin yapmasına itiyor.

Tim Ingham’ın Rolling Stone’da yayınlanan haberine göre, Birleşik Krallık’tan Midia Research şirketi herkesin dilindeki bu değişimin boyutlarını belirlemiş. CD Baby ve TuneCore gibi şirketlerin verilerinin kullanıldığı araştırmaya göre, bağımsız müzisyenlerin ekonomisi geçen yıl 643 milyon dolar’a ulaşmış. Aynı araştırmaya göre, bu da tüm müzik endüstrisinin %3.4’ü demek.

Bu rakamın 2019’da 1 milyar dolar civarına ulaşması bekleniyor. Film müzikleri, TV programları ve reklamlarda bağımsız müzisyenlerin kendilerine yer bulmaya başlamaları, YouTube gibi platformlardan gelen telif ödemeleri, daha bant tipi üretim yapanların ekmek kapısı audiojungle gibi platformlar… Bağımsız müzisyenlerin yolu
açık gibi görünüyor. Ingham da 2019’da bağımsız müzisyenlerin rahatça binlerce dolara varan gelir elde edebileceği görüşünü savunuyor.

UNKAPANI SENDROMU

Yılllardır, müzisyenlerin en çok sıkıntı çektiği konu müziklerini yayınlamaktı. Türkiye’de de 70’li yıllara damgasını vuran ‘şöhret olmak için Unkapanı’na koşan şarkıcı’ furyasını unutmak ne mümkün! Tüm dünyada müzisyenlerin dağıtım için plak şirketlerine bağımlı olduğu yıllar, bu şirketlerin de en zengin olduğu yıllardı.

TuneCore ve CD Baby gibi platformlar bu nedenle müzisyenlere çok çekici geliyor, çok basit ücretler karşılığında dijital platformlardan gelen tüm geliri müzisyene bırakmayı vadediyorlar keza.

Yerel bağımsız sahnesinden Hazar Aytan da plak şirketlerinden dertli, ‘Sonra grubuyla albüm çıkarmamızdan bu yana 4 yıl geçti. Bir label üzerinden çıkan o albümdeki 10 parçadan 7’sinin söz ve müziği bana aitti. Bir kuruş dahi para geçmedi elime.’ diyor. Aytan’a göre albüm Spotify’da 100’den fazla listeye girmiş vaziyette ve az da olsa bir para getirebilecek kadar dinlenmiş.

‘DIY’ müzik piyasasının büyümesini sanatçı özgürlüğü açısından da önemli görüyor: ‘ Modern dönemin otorite işlevini gören bir label yapısının uzun süre ayakta kalması zor. Filtreleme/otorite işlevi de değişimi yakalayamıyor. Label’in ürünü satmak gibi bir gayesi var, benimse yok, daha doğrusu yayınlamak için böyle bir zorunluluğum yok.’

27 Eylül’de konserini izlediğimiz Balthazar’ın vokallerinden Jinte Deprez de DIY konusunda şüpheli, ‘Büyük markaların o kadar da düşüşte olduğunu sanmıyorum. Elbette değişen yayıncılık anlayışı bize dünyada çok tanınmadığınız yerlerde keşfedilme alanı tanıyor. İstanbul da buna  bir örnek. 20 sene önce size ulaşmamız çok daha zor olurdu. Fakat yine de indie grup olarak işiniz herhangi bir reklama ya da sosyal medyaya yüklü miktarlar harcayabilecek bir isme göre oldukça zor. Günümüzde bile indie müzik dinlemek istiyorsanız sizin onu keşfetmeniz gerekiyor, indie müziğin size ulaşması zor.

Ana akımın problemlerine ve bağımsız müziğin büyüyen rakamlarına rağmen Aytan ümitli görünmüyor, ‘Türkiye’de telif sistemlerinden dolayı bağımsız müziğin büyümesi oldukça zor. New York’ta canlı müzik dinlemek için bir yerlere gittiğinizde insanların kendi müziklerini, Türkiye’de ise popüler şarkıları bir kuruş telife ya da izne tabi olmadan paldır küldür çaldıklarını göreceksiniz. Böyle bir sistemde dinleyici iyiyi aramak zorunda kalmaz. Önüne sunulana ilgi gösterir ve gücü elinde tutan da önünüze konulacak şeyi belirler. Dolayısıyla bu şartlarda Türkiye’de bağımsız müziğin ciddi bir ivme yakalayacağını sanmıyorum. Bağımsız çıkıp biraz ses getiren herkesle anlaşma imzalıyorlar ve o noktadan sonra başka bir isim görmez oluyorsunuz. Ta ki sistem onları da çiğneyip tükürene kadar.’ diyor.

Bitmeyen taciz vakaları

Biraz daha araştırınca, tek sorunun şarkı telifleri olmadığı da ortaya çıkıyor. Bir de, tüm dünyada özellikle kadın müzisyenlerin ya da plak şirketi çalışanlarının karşılaştığı taciz vakaları var. Üstte atıf yaptığımız 70’li yıllarda ‘yatağından geçmeden ünlü olunamayan’ plak şirketi sahipleri Türkiye’de de vardı.

Malesef bu tip olaylardan geçmişte kalmış tatsız olaylar olarak da bahsedemiyoruz, bir çok taciz vakası en büyük plak şirketlerinde bile halen yaşanıyor. Ancak nedendir bilinmez, tacize karşı #metoo gibi hareketler yükselirken ülkemizde bunları haber yapmak istediğimizde derin sessizliklerle karşılaşıyoruz.

IKEA MÜZİSYENLİĞİ

Tüm bu sorunlar üst üste bindikçe, müzisyenlerin Ikea tipi, evde kendilerinin birleştirdiği bir üretim anlayışına yönelmeleri mantıklı gözüküyor. Müzik endüstrisinin de adım adım dönüşümüne şahit oluyoruz. Son yıllarda bağımsız müzisyenlerin yanı sıra ‘yeni nesil’ plak şirketleri ortaya çıkıyor, Tantana, Domuz Records gibi yerel örneklerini de görüyoruz. EMPIRE, AWAL, Create Music Group gibi firmalar da müzisyenlerin kendi tarzıyla dağıtım ve reklam yapmalarını kolaylaştırıyor. Daha da önemlisi, sanatçıların telif haklarının en azından büyük kısmının kendilerinde kalmasını ve ‘bağımsız’ olmalarını kolaylaştırıyorlar.

Ana akım plak şirketleriyse buna bağlantılarının gücüyle karşılık veriyor, müzisyenlere yalnızca yayınlanma değil daha fazla konser imkanı, basında daha çok yer bulabilme gibi fırsatlar sunuyorlar. Ancak dediğimiz üzere, ‘bağımsız’ müzik ekonomisi her koldan büyümeye devam ediyor. Müzik yayınlarının internete kaymasıyla ortaya çıkan ‘müzisyen ancak konserlerden kazanabilir’ görüşü de geçerliliğini yitiriyor.

2 MİLYAR DİNLENME

Vérité ve Lauv gibi başarılı Indie müzisyenlerle çalışan AWAL, yakın zamanda 2 milyar dinlenmeyi aşmasıyla övünüyor. Şirket, Kobalt’ın Birleşik Krallık Companies House raporuna göre de geçtiğimiz 12 ayda 59.9 milyon dolarlık bir ekonomi üretmiş.

Bağımsız piyasanın öncülerinden TuneCore da geçtiğimiz haftalarda Mart 2019 itibarıyla 18 aylık bir sürede müzisyenlerine toplamda 500 milyon dolar’dan fazla para kazandırdığını açıkladı. Yine aynı rapora göre TuneCore sanatçıları 2019’un ilk üç ayında 86 milyon dolar kazandı, bu da neredeyse günlük 1 milyon dolar demek. Yazarken yutkunduran rakamlar!

Spotify da telif ücretlerinin yetersizliği tartışmalarına rağmen bağımsız piyasaya yatırım yapıyor gözüküyor. Geçen Ekim ayında Distrokid’le detayları gizli tutulan bir anlaşma imzaladılar ve resmi olarak ortak oldular. Bağımsız müzisyenlerin kalelerinden Bandcamp de aylık 8 milyon dolar’dan fazla gelir elde etmeye başladı.

HER SANİYE ŞARKI

Bağımsız piyasada yalnızca ekonomi değil, müzisyen sayısı da büyüyor. Yalnızca TuneCore, CD Baby ve Distrokid 1.1 milyon’dan fazla sanatçıyı bünyelerinde barındırıyor. Dolayısıyla müzik üretimi de devasa boyutlara ulaşıyor, Spotify’ın kurucusu Daniel Ek’e göre Nisan ayında platformda günlük 40.000 parça yayınlanmış. Bu da neredeyse her saniye yeni şarkı demek.

İnanılmaz ivmelerle büyüyen sayıların büyük plak şirketlerini çekmesi kaçınılmazdı. Universal Music, Sony Music ve Warner Music gibi şirketler de ‘yeni nesil’ piyasaya dahil oldular elbette.

2013’te Universal Music, TuneCore’a rakip olarak Spinnup’ı başlattı ancak başarısı tartışmaya açık seviyelerde kaldı. Caroline ve Şubat ayında bünyelerine kattıkları InGrooves Music Group ile de büyümeyi sürdürüyor. Sony, bünyesindeki Orchard ile BTS ve Jorja Smith gibi isimlerle çalışıyor. Geçen yıl da Tim Pithouse ile bağımsız sanatçılarla ilgilenen ayrı bir bölüm oluşturdular. Warner daha agresif ilerliyor, geçen yıl duyurdukları Level Music ile iki parçaya kadar ücretsiz yayınlama fırsatı bile sunuyorlar.

Her şeyi sıralayıp bir bakınca, bağımsız müzik piyasasının daha da büyümesi kaçınılmaz görünüyor. Bağımsız müzik ekonomisi nin büyümesi ve ana akım plak şirketlerinin de bu ekonomiden pay almak istemesi, en azından kısa vadede bağımsız müzisyenlere güzel fırsatlar yaratıyor. Tüm müzik ortamlarında pop müzisyenlerden çok her türden deneysel müzik yapan isimleri görmeye başlamamız da bunun en büyük kanıtlarından.

Tüm dünyada müzikte yaratıcılığın tartışıldığı ve dinleyicilerin yeniliğe açlığı her fırsatta gösterdiği günümüzde, belki de müzik endüstrisinin ihtiyacı olan tam da budur.