Ahmet YATĞIN

Sahnelerinden önce, Gerçek oyunu ekibiyle kısacık zamana, özellikle ilişkilere dair koca koca şeyler sığdırdık. Bir yandan aksilikler, bir yandan da kamera arkasındaki ekibin vaktimiz kalmadı hatırlatmaları arasından şakalarla sıyrıldık ve ortaya tatlı bir sohbet çıkardık. Ekibin uyumu ve dostluğu dikkat çekiciydi. Bizi de çok sıcak karşıladılar ve uğurladılar. Sohbetimizin video halini ilerleyen günlerde Back On Stage YouTube kanalından izleyebileceksiniz. O zaman hem iyi okumalar hem de iyi seyirler dileyelim! Bu arada 18 Ekim’de Zorlu PSM’de…

❏ Oyunu çok beğendim. Seyirci sizi ayakta alkışladı. Henüz oyuna gelmemiş tiyatroseverleri onları neler bekliyor olacak? Bu oyunun iddiası nedir?
Özge Özder: Levent Üzümcü! (Gülüşmeler…)

Neslihan Yeldan: Ters köşeleri olan, eğlenceli bir Fransız komedisi oynuyoruz. Seyirciyi şaşırtan ve eğlendiren bir oyun. Seyirciden genelde şöyle bir nida duyuyoruz. “Aaaaaa?” Alışılagelmiş komedi tarzlarından farklı. Çok da bir şey söylemek istemiyorum çünkü insanların şaşırması kaçmasın. Florian Zeller’ın sofistike bir Fransız komedisi, biz keyifle oynuyoruz ve seyircinin de çok keyif aldığını görüyoruz. Seyirciyi eğlenceli, keyifli, sürprizli bir buçuk saat bekliyor.

Levent Üzümcü: Seyircilerimizin kafasında bir soru işareti oluşturmasın diye söylüyorum. Her milletin kendi yaşam alışkanlıkları o milletin kültürünü de oluşturuyor ya, o yüzden Fransız komedisi, İngiliz komedisi veya Türk komedisi birbirinden çok farklı şeyler. Biri durum üzerine, biri söz üzerine, biri her ikisi üzerine. Esprilerin kaba saba olması, beden dilinin kullanılması gibi birçok ayrımı var bunların. Neslihan’ın Fransız komedisi demesinin altında yatan da Fransızların o söze ve duruma dayalı çok ince yapılan o komedisinin bu oyunda çok öne çıkmasıdır. Bunu da bir bilgi olarak paylaşmak istedim.

‘NASIL BU KADAR RAHAT EDEBİLİRİM YA?’

❏ Oyun yalanlarla örülü diyebiliriz. Peki yalan söylemek mi, yalana göz yummak mı?
Kubilay Tunçer: En iyi yalan, söylediğin yalana inanacaksın.
L.Ü.: Ooo mitomani.
K.T.: Onlar en tehlikeli yalancılardır, söyledikleri yalana inanırlar. Hem yalan söyleyen hem de söylediği yalana inanan kişi olmak istemezdik.
N.Y. : Evet ama oyunda hepsini yapıyoruz. (Gülüşmeler) Zaten oyunculuk da böyle bir şey. Gerçek hayatta yapamadığınızı sahnede ya da sette yapmayı başarmak.

❏ Levent Bey sizinle devam etmek istiyorum. Oynadığınız karakterin yerinde olsanız ne yapardınız?
L. Ü. : Bunu oyunun çalışmaları sırasında çok konuştuk. Michel karakteri, benim karakterimle olabilecek bütün zıtlıkları içinde barındırıyor. Neslihan’ın da söylediği gibi oyunculuğun keyfi de buradan kaynaklanıyor. Kendi hayatında yapmadığın, aklının ucuna dahi gelmeyecek şeyleri birileri yaşıyor ve sen anlatıyorsun. Bazen çok zorlandım. Elbette sen Michel karakteri oluyorsun ama içindeki o makinayı çalıştıran Levent Üzümcü, yok artık bu kadar da olmaz diyor. Bu lafı nasıl bu kadar rahat edebilirim ya, diyorum. Çok zorlandım o anlamda. Hepimizin hayatına çok ters karakterler.

K.T.: Benim değil valla. (Gülüşmeler) Tam tersi. Ben Paul diye bir adamı oynuyorum aynı ben yani.

❏ İsterseniz hemen size sormak istediğim soruyu sorayım Kubilay Bey, Paul karakterine ne kadar benziyorsunuz?
K.T.: İşte bence tam o’yum yani! (Gülüşmeler) Ya öyle bir şey yok. Zaten bir karaktere bana ne kadar benziyor ne kadar benzemiyor diye bakmazsın. Tam tersine, kendimde onda kullanabileceğim ne özellikler var, kullanayım mı kullanmayayım mı… O teknik bir karardır. Hiç benzemeyen bir şey de oynayabilirsin ama bu adamda benim hoşuma giden taraflar var. Son gülen iyi güler, o tür şeyler.

L.Ü.: Spoiler vermeyelim dedikçe sen…
N.Y.: Bunun röportajını yapmasak mı? Ekonomiden falan mı konuşsak? (Gülüşmeler)
L.Ü.: Onu hiç yayınlayamazsın! (Gülüşmeler)

‘ŞEHVET DOLU DAKİKALARIN ÜRÜNÜYÜZ’

❏ Aldatılmaya verilen tepkiler hakkında, özellikle hanımefendilere sormak istiyorum, ne düşünüyorsunuz?
Ö.Ö.: Böyle bir şey çok şükür yaşamadım. Yaşadıysam da bilmiyorum. Kendini ifade edememekten mi, eğitim açığımız olmasından mı dolayıdır, iş eninde sonunda şiddete bağlanıyor. Psikolojik ya da fiziksel. Erkek tarafından da, kadın tarafından da işler çığırından çıkıyor. Benim vereceğim tepki ise, o alanı sahiplerine bırakıp terk etmek olur. Genelde yaşam tarzım da öyledir. Ben kavgada da faal olamam. Birilerinin domine ettiği bir yerde ben bulunamam. Çok da havalı görünüyor, herkese tavsiye ederim!

L.Ü.: İnsanların yaşamlarında büyük yıkımlara yol açan bir durum. Aldatan insanları anlamaya çalışıyorum. Süren bir ilişkide, başka birine âşık olup da ilişkiyi bitirmesinden bahsetmiyorum. Süren ilişkide düzenli aldatmadan bahsediyorum. Aldatmak galiba daha ucuza yapılan, daha az meşakkatli bir bungee jumping gibi yapan için. Adrenalin hikayesi… Anlamaya çalıştığımda bütün kapılar buna çıktı. Tarihte bunun yansımalarına baktım çalışırken. Piç Edmund karakteri vardır, Kreal Lear’da. Onun çok güzel bir tiradı vardır,
“Ey doğa, tanrıçam sensin benim! Ben senin kurallarının kulu, kölesiyim. Piçmişim… Sefilin alçağın biriymişim…” diye başlayan o tiradda şunu anlatıyor. Biz şehvet dolu dakikaların birer ürünüyüz diyor. Bizim yapıldığımız saat belli değil.

K.T.: Bir de, babası belli olmayan ya da yazılmayan insanlara jenerik olarak nüfus kağıdında Kaya ismini koyarlar. Nereden geldik biz bu konuya ya? (Gülüşmeler)

Ö.Ö.: Aldatıldığını bilen ama kocasının yüzüne vurmayıp hayatına bir şekilde devam eden kadın profilinin, maddi olarak eşe bağımlılığını sürdürmekle bir ilişkisi var. Çok iyi eğitimli, çok da iyi durumda olan kadınlar bile sadece başka bir sınıfta olmak isteyip, adeta bir erkek ile anlaşır gibi bir evlilik yapabiliyorlar. Ben ayağının üstüne basan bir kadın olarak “Güle güle” diyebilirim ama bunu diyemeyen kadınlarımız var. Evlenmek yerine önce kendilerini birey olmaya odaklasalar keşke. Benim, toplumumuzdaki kadınlar için en büyük isteğim her zaman bu oldu.

‘ALDATMA NEDİR?’

❏ Benim kafamı özellikle kurcalayan bu soruyu, kişisel bir merakla da soracağım. İletişimin bu kadar yoğun olduğu bir çağda hem tek eşli hem de gerçek kalabilmek sizce mümkün mü?

N. Y.: İletişim artık sosyal medyada çok yoğun. Beş dakika sessiz kalsak herkes telefonlarına bakıyor. Sorunun devamını kaçırdım. (Gülüşmeler.) Buna cevap verecek en son insan benim aslında. Tek eşli kalmak 2010’ların normlarına çok uygun değil. Çok fazla uyaran, çok fazla alternatif ve çok fazla tüketim var. Tek eşli arkadaşlarıma saygı ve gıpta ile bakıyorum ama anne babalarımızın dönemindeki yirmi otuz yıllık evlilikler çok az kaldı. Aşka çok saygı duyuyorum. Sosyal medyanın önümüze sundukları, her şeyin çok hızlı olması aşkı da etkiledi. Aşk çok azaldı, tek eşli ilişkiler çok azaldı. Aldatma bile değil, ilişkiler silsilesi var. Bir ilişkinin içine girmiyor ki aldatma olsun.

K.T.: Ben de kısa bir cevap verebilirim bu soruya. Çağımızda hem tek eşli ilişki yaşayacaksın hem de gerçek bir ilişki, olur mu? Olur. Yapan yapıyordur. Evlilik kurumu baya yara aldı ama, o bir gerçek. Boşanmalar da artıyor. Ben de istatistiklere katkıda bulunmak için görevini yerine getirmiş bir arkadaşınız olarak söylüyorum. (Gülüşmeler) Galiba insanlar kendilerine daha kolay yalan söyleyebilir hale geldikleri için başkalarına da daha kolay söylüyorlar. Bir daha söylüyorum bunu, bu iletişim devrimi bizim kendimize yalan söylemimizi kolaylaştırdı.

Ö.Ö.: Nasıl yaşamak istediğini bilen ve savrulmayan biriysen başka uyaranların bir önemi yok ama. Bu telefona bahsettiğimiz bütün uygulamaları yükleyen biziz. Eş bulma programını yükleyen de benim. Kimse bunu zorla yaptırmıyor. Merak ettim, bir bakayım dediğim andan itibaren artık oradan gelen hiçbir uyaranla ilgili kimseyi suçlayamam. Benim telefonum, hayat da benim hayatım.

N.Y.: Farklı bir şey söylemek isterim. Yeni tanıştığım bir arkadaşımla aramızda geçen diyaloğu hatırladım şimdi. Güzel bir iş yapan erkek arkadaşımız, yeni evlenmiş. Havadan, sudan, ilişkilerden konuşuyoruz. Bana dedi ki, “Aldatma nedir ki? Karım gidip istediği ile yatabilir ama adamın birine duygusal bir mektup yazdığı anda yatmasa bile benim için bitmiştir.” Sadece bunu eklemek istedim.

‘SUSMAK, GÖZ YUMMAK…’

❏ En son ne zaman yalan söylediniz?

Ö.Ö.: Ay mutlaka bugün söylemişizdir, bence. Çünkü pembe yalanlar denen şeyler de var. “Beş dakikaya geliyorum” Ama aslında gelemiyorsun ya yani.
N. Y. : Ben empati yapmasını biliyorum, insan psikolojisinden anlıyorum, hem karakter olarak hem de oyuncu olarak buna çok yatkınım. O yüzden küçük yalanlarım olabiliyor..
Ö.Ö. : Bence herkesin oluyor.
L.Ü. : Sorunun cevabı bu mu? Peki şey yalan mı, bir şeyi söylememek?

Ö. Ö. : Susmak, göz yummak… Tabii ya.
L.Ü.: Yani söylememeyi tercih etmek. Bu yalan mı mesela?
Ö.Ö.: Bizim oyunda da var o.
N.Y.: Söylemesenize ne var oyunda diye! ❏ Peki gerçek sizce nedir?
L.Ü.: Aman ne bileyim gerçek nedir! Yüzyıllardır filozoflar bile bu soruya cevap bulamamışlar.

K.T.: Ben öyle bir anlamda yalan, belki de hiç söylememişimdir.
L.Ü.: Hangi anlamda yani?
Ö.Ö.: Aaa ne safsın ya!
L.Ü.: İlişkiler anlamında mı diyorsun?
K.T.: Yok abi genel anlamda. Normal insanlar böyle, çok yalan söylemezler ya. Zaten hayatında kaç kere yalan söyleyebilirsin ki?

L.Ü.: Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi! Bunu rahatlıkla söyleyebilirim sana. Şimdi çocuk soruyor sana “Baba nerdesin?” Adliyeye ifade vermeye gitmişsin. “Oğlum yoldayım, geliyorum.” diyorsun. Bu yalan mı? Bugün söyledim ben bunu. Ne deseydim, adliyeye ifade vermeye gittim mi?

K.T.: Ama yüz kızartıcı bir yerde değilmişsin yani.
Ö.Ö.: N’aptın ki sen?
L.Ü.: İşte halkı kin, nefret… (Gülüşmeler) Ö.Ö.: İşte az önce benim söylemeye çalıştığım şey tam olarak bu. Yalan hayatımızda bir refleks haline geldi. İnsanları biraz daha konforlu tutmak. Bunu farkında olmadan yüzlerce kez yapıyoruz.

L.Ü.: Bugün neden adliyeye gittim? “Bunlar bize yalan söylüyorlar” dediğim için. Yani yalancıların yalanını ortaya çıkardığım için adliyeye ifade vermeye gidiyorum. Bilmiyorum anlatabiliyor muyum sana? Son söylediğim yalan, vallahi bugün oğluma söylediğim. Pembe midir, lacivert midir bilemiyorum. Bir başkasının yatağından kalkıp geliyor da canım sevgilim diyorsa ve buna gerçekten inanıyorsa bu yalan mıdır?

K. T.: Size nasıl geliyorsa öyledir. “As you like it” şekerim. Adam yazmış zamanında. (Gülüşmeler.)

‘OYUN SADECE İSTANBUL’DA’

❏ Biliyorsunuz Back on Stage bir müzik dergisi. Aynı zamanda oyunun çok güzel müzikleri vardı, müzikleri kim seçti?

Ö. Ö.: Yönetmenimiz müziğiniz de bu dedi ve verdi.
K.T.: Yalnız onu ben sana anlatayım. Mehmet Ergen…
Ö.Ö.: Biraz hızlanırsak yalnız….

K.T.: Ulan siz iki buçuk saattir konuşuyorsunuz ben şurda bir şey söyleyince bana saat gösteriyorlar! (Gülüşmeler) Mehmet Ergen, eskiden Londra’da müzik mağazasında tezgahtar olarak çalışırdı. Bu gerçek bilgi. Onun için çok güzel bilir bu şeyleri. Abisi de zaten DJ’dir. Ergen familyası bu işlerden anlayan çocuklardır. Müzikleri o seçti. Teşekkür ederim.

❏ Sıradaki oyunlar nerede, ne zaman?
L.Ü.:
Sıradaki oyunlar burada. Zorlu PSM’de. Oyun sadece İstanbul’da ve burada oynuyor.
Bir yere de gitmiyor, gidemiyor. Çünkü seyircilerimizin fark edeceği üzere ağır bir dekorumuz var.