Ahmet Yatğın

İsviçre basınında “genç yaşına rağmen enstrümanında ustalık düzeyine erişmiş bir müzisyen” sözleriyle anılan, Çaykovski Konservatuvarı’nı Kırmızı Diploma ile bitiren Maltepe Üniversitesi Doktor Öğretim Üyesi Cem Babacan klasik müziğin parlayan isimlerinden. Kendisiyle tanışmamız Instagram üzerinden oldu. Videolardaki şaşırtıcı yorumunu dinlediğimde Babacan hakkında daha fazlasını merak eder oldum ve hemen kendisinden bir söyleşi talep ettim. Klasik müziğin neden toplumsallaşamadığından, Fazıl Say’ın eleştiri yağmuruna tutulan 100. Yıl Marşı’na kadar pek çok şeyi konuştuk. Buyrunuz.

ο Sizin hakkınızda pek çok şey duymak mümkün ancak henüz bir albüm göremedim. Bir hazırlık var mı? Neden şimdiye dek beklediniz? Cihat Aşkın ile çok fazla resital veriyorsunuz belki birlikte bir şeyler gelir diye tahmin ediyorum.

Şimdiye kadar müziği hep canlı olarak seslendirmeye odaklandım. Bundan da büyük bir zevk aldığımı itiraf etmeliyim. Her konser bambaşka eserlerden oluşabildiği için bazen neredeyse her hafta yeni eserleri hazırlayıp sahneye çıkmam gerekebiliyor, bu da tahmin edersiniz ki çok zaman ayırmamı gerektiriyor. Bu yoğun konserler bana repertuvar tanıma açısından büyük katkı sağladı. Uzun zamandır yapmak istediğim albüm için kafamda belirli konseptler oluşturabildim. Türk bestecilerin hiç kaydedilmemiş eserleri ve yine hem ülkemizde hem de dünya çapında başarılar kazanmış müzisyenlerimizle oda müziği eserlerinden oluşan bir konsept, solo piyano için yazılmış ve çalmaktan çok keyif aldığım klasik müzik repertuarından eserlerden oluşan bir konsept, bir de sevgili kız arkadaşımın sevdiği ve “bunlardan bir albüm, tekli mutlaka yapmalısın” dediği geniş bir skalaya yayılmış müzikleri de kaydetme konusunda hevesliyim. En geç bu sonbahar kayıt yapmayı planlıyorum. Sizin de söylediğiniz gibi Cihat Aşkın ile sıklıkla konserlerimiz oluyor, henüz üzerinde konuşulmamış olsa da birlikte kayıt yapabilme ihtimalimiz olabilir.

ο Klasik müziğin özellikle orta doğu toplumlarında görece daha az karşılık bulduğuna tanıklık ediyoruz. Sizce bu durumun sebebi nedir? Türkiye ve daha gerideki toplumlarda entelijansiyasının bir klasik müzik baskısı yarattığını düşünüyor musunuz?

Bence bunun nedeni geçmişten itibaren Doğu kültüründe sözlü müziğin kısa şarkı formlarında sunulmuş olması. Tabii ki klasik müziğin de kökeninde ve sonrasında insan sesinin yeri büyüktür. Ancak günümüzde daha sofistike bir noktaya gelmiş olup çok seslilik, enstrümantal, orkestral ve edebi anlamda da büyük bir gelişim sağlamıştır. Sadece sorunuzda altını çizdiğiniz toplumlara değil pek çoğuna sosyolojik olarak bakarsak, çağımızda her şeye kolay ulaşmanın ve hızlı tüketimin hayal kurmayı unutturduğunu düşünebiliriz. Örneğin, bir senfoni orkestrası konserini dinlemek zaman ister ancak dinleyici için sonsuz bir hayal gücü konforu sağlar. Sözsüz, görkemli bir Mahler eseri dinlerken herkes birbirinden farklı duygular hissedebilir, hayaller kurabilir bu da ruhlarımız, zihinlerimiz için bambaşka aydınlanmalara sebep olabilir. Bir nevi terapi gibi. Klasik müziğin sınıfsal anlamda değerlendirilmesini doğru bulmuyorum. Aydın kesimin bazen, bahsi geçen müziğin manevi içeriğinden ziyade, gelenekselleşmiş fiziki tabularıyla daha fazla ilgilenmesi de toplumun uzaklaşmasına sebep olabilir. Ama benim yurt dışında verdiğim konserlerde dinleyici profilinin, genç, yaşlı ya da giyim tabuları gibi ayrımları hiç hissetmeden katıldığını da gözlemledim. Örneğin yakın çevremde sanatçı olmayıp konserime gelmek isteyen bazı dostlarımın “takım elbise giymemiz gerekir mi?” dediği oldu. Herhangi bir sanatı sevdirebilmek için insanları ötekileştirmeden kabul ederek onların anlamaya çalışmasına yardım etmek gerektiğini düşünüyorum. Konu sanat olduğunda bir performansı deneyimlemek, izlemek, dinlemek isteyen birinin bir diğerini ötekileştirme çabasını çok ham buluyorum. Bu sanki ergenlik döneminde rock müzik dinleyen gençlerin pop müzik dinleyenlere olumsuz bakması gibi fanatik ve yersiz bir tavır. Müzik hepimiz için.

 

Bu gönderiyi Instagram’da gör

 

Cem Babacan (@cembabacan)’in paylaştığı bir gönderi

ο Birlikte çalıştığınız müzisyenler arasında size en çok katkıyı hangi müzisyen nasıl sağladı?

Her çalıştığım müzisyen bana bir şey katmıştır. Bunlar arasında öncelikle öğrencilik dönemimde çalıştığım değerli hocalarım İlhan Baran, Aleksandr Mndoyants ve Turgay Erdener’i sayabilirim. Profesyonel müzik hayatımda beraber çaldığım müzisyenlerden bana en çok şey katanlar hem duygusal hem de düşüncel olarak alışveriş yapabildiğim, frekanslarımızın tuttuğu isimler benim için öne çıkıyor. Hem Ankara’dan hem de Moskova Konservatuvarı’ndan genç yaşlarımızdan itibaren beraber uzun yıllar geçirdiğim ve beraber müzik yaptığım değerli piyanist dostlarım Gökhan Aybulus, Başar Can Kıvrak, Özgür Ünaldı’yı sayabilirim. Bunun dışında ben öğrenmeyi ve gelişmeyi çok seven biri olduğum için ve kendime çok yakın hissettiğim Melisa Uzunarslan ve onun gibi özel becerilere sahip tüm müzisyenlerden çok şey öğreniyorum. Şu anda Doktor Öğretim Üyesi olarak çalıştığım Maltepe Üniversitesi Konservatuvarı’nda öğrencilerimle çalışırken bile yeni şeyler keşfediyorum. Bence müzik ömür boyu bitmeyen bir öğrencilik durumu.

ο Moskova Çaykovski Konservatuvarı’nı sadece özel yeteneğe sahip insanlara verilen kırmızı diploma ile bitiren üç Türk’ten birisiniz. Fazıl Say, Gülsin Onay gibi isimlerin de takdirini topladığınız konuşuluyor. Çok çalışkan biri miydiniz? Yoksa bu tamamen yetenek ile mi alakalı?

Yetenek, çalışmak ve disiplin olmadan sürdürülebilirliği olan bir olgu değil. Ankara Devlet Konservatuvarı’nın giriş sınavlarındaki duyuş elemelerinde pek de parlak bir performans sergileyememiştim ancak sonra çok çalışarak yeteneğimi işe yarar hale getirebildim. Yetenek tutkulu ve bilinçli çalışma ile geliştirilebilen bir şeydir bana göre. Çaykovski, Rahmaninov, Skriabin gibi büyük isimlerin mezun olduğu Moskova Konservatuvarı’ndan kırmızı diploma almak benim için tabii ki büyük onur. Kırmızı diploma nedir diye sorarsanız da Rus’ların onur diplomasıdır. Türkiye’ye döndükten sonra katıldığım hem yurt içi hem yurt dışında birincilik aldığım yarışmalar ile Gülsin Hanım, Fazıl Bey gibi değerli Türk piyanistlerimizin dikkatini çekmem ve takdirlerini sunmaları da benim için her zaman mutluluk verici oldu.

ο Fazıl Say demişken, biliyorsunuz tartışmalı bir 100. Yıl Marşı yayınladı. O konuda neler oldu, teknik açıdan göremediğimiz şeyler var mıydı? 

Marş tüm halkın tek bir ağızdan söyleyebileceği bir müzik formu olmalı diye düşünüyorum. Bir bestecinin kalitesini yazdığı bir marş üzerinden ölçmemiz haksızlık olur. Konu ile ilgili kişisel düşüncem ise yazılan müziğin 100. Yıl için yazılmış bir marş gibi değil de insanlara güzel mesajlar vermeye çalışan orkestra ve koro için yazılmış bir eser gibi olması. Bu marşın nasıl bir marş olduğuna ben ya da başka müzisyenler değil tarih karar verecektir.

ο Peki siz Türk tarihinden esinlenerek bir beste yapsaydınız bu hangi olay ya da lider olurdu?

Daha önce de sıklıkla altını çizdiğim bir konu olan Türk bestecilerine olan ilgim gittikçe büyüyor. Bu sebeple beste yapmaya çok hevesli olduğumu itiraf edebilirim ama henüz bunun için hazır olduğumu düşünmüyorum. Biraz daha yazı dili üzerinde armoni, orkestrasyon gibi çalışmalarımı ilerlettikten sonra bir cesaret ile yazmaya başlayacağımı ümit ediyorum. Eğer yazabilseydim yakın tarihimizden 1970 darbesi ve Deniz Gezmiş ile ilgili bir eser ortaya çıkarabilmek beni çok heyecanlandırırdı.

ο Sizi daha yakından tanımak için soruyorum. Sizi ne üzer? Hangi tema karşısında derin üzüntüye kapılırsınız?

En çabuk reaksiyon verdiğim şey haksızlık ve adaletsizlik oluyor. Derin üzüntüler her insan gibi deneyimledim ve elbet deneyimleyeceğim. Sanırım en büyük üzüntülerimi duygusal olarak yatırım yaptığım, emek verdiğim insan ilişkilerinin sonunda hayal kırıklığına uğramakla yaşadım.

ο Yeni konserleriniz veya etkinliklerinizden bahsetmek ister misiniz?

Çok yoğun bir takvimim var ama tarihi kesinleşmeyenleri paylaşmam doğru olmaz. Yakın zamanda Haziran ayında Ayvalık’ta iki konserimiz olacak. Biri Cihat Aşkın ile diğeri ise Nil Kocamangil ile. Sonbaharla birlikte yeni sezonda yurt içinde, orkestralarla solist olarak yer alacağım hatta daha önce hiç çalmadığım Saint-Saens’ın 2 No’lu Piyano Konçertosu‘nu da çalacağım solo konserlerim olacak. Dürüst olmak gerekirse konser tarihi paylaşmak konusunda biraz tembelim. Sosyal medyayla çok yeni ilgilenmeye başladım ama aktif olarak tüm konser duyurularımı artık instagram hesabımdan paylaşacağım. Bu güzel söyleşi için teşekkür ediyorum umarım en yakın zamanda konserlerde de buluşuruz.