Arda AŞIK
aasik@hayhuy.co
“Karşında birine doğru yürüyormuş gibi çalmalısın” diyor Sascha Goetzel orkestrasındaki bir keman virtüözüne. Müzisyenlerine tüm samimiyetiyle duymak istediği sesi anlatıyor. 10 yıldır Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası‘nın başında, orkestranın ilk uluslararası kaydı Respighi, Hindemith Schmitt’i çıkardılar. Salzburg Festivali‘nde konser verdiler. 5 yıl önce BBC Proms kapsamındaki konserlerle uluslararası basının övgüsünü topladılar. Avrupa turnesine çıktılar. 1999’da kurulan BİFO, Sascha Goetzel’in geldiği 2009’dan bu yana başarılarını katlayarak sürdürdü. Viyanalı şef, prova öncesi müzikten geçmiş yıllara, pop’tan klasik müziğe, İstanbul’dan dünyaya kadar birçok konuyla ilgili BoS‘a konuştu.
-
Henüz 11 yaşında Richard Österreicher gibi bir isimle çalışma fırsatınız oldu. Bu müzikal hayatınızda bir kırılma noktası mıdır? Hayatınızı nasıl etkiledi?
Kendisi, Viyana’nın şeflik öğretmenliği tarihinin en iyi isimlerinden. İlk dersimizi hatırlıyorum. Bana sürekli ellerimle neler yapabileceğimi gösteriyordu. Karışık bir duyguydu çünkü bir yanım şoke olmuştu. Bir araba sürüşü dersi gibiydi. 2 saat boyunca yapmam gereken her şeyi anlatmıştı. Diğer tarafım ise muazzam heyecanlanmıştı. Bunun benim hayatım olacağını anlamıştım, ben bir orkestra yönetebilmek istiyordum.
-
Japonya, Finlandiya, Avusturya gibi birçok ülkede orkestralarda çalıştınız. Türkiye’yle kıyaslamanız gerekirse neler söylersiniz?
Türkiye klasik müzikte genç bir ülke. Gelenek taze ve dolayısıyla insanlar biraz aç. Orta Batı Avrupa’daysa köklü bir orkestra geleneği var. Böyle ülkelerde istenen şey bellidir ve dolayısıyla daha kolaydır. Tazelik ise küçük bir çocuk gibidir. Çok daha kolay şekillendirebilirsiniz. İnsanlar yeni sound’lara açıktır. Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nda olduğum için çok mutluyum. Çünkü keyif almadığım tek bir parça hatırlamıyorum. Buraya geldiğimde en büyük sorumuz şuydu: “Nasıl markalaşmış sesimizi yaratabiliriz? Bir orkestra olarak nasıl eşsiz bir şey yaratabiliriz?” ve repertuvarımızı bu perspektifte yaratmaya başladık. Başarımız ise şudur: Dünyanın her yerinden profesyonel dinleyiciler “Bu Borusan İstanbul Filarmoni’nin sesi” diyorlar. Bu 150 yıllık geleneğe sahip bir orkestrada ulaşılması çok daha zor bir şey. Viyana Devlet Orkestrası gibi. Onların 150 yıllık bir sesi var.
Bu gönderiyi Instagram’da gör
-
Peki farklı coğrafyalarda farklı isimlerle çalışmak sizi nasıl şekillendirdi?
Nasıl her şehrin kendi diyalektiği varsa, müzik de öyle. Her şehrin kendi tınısı var. Mesela Almanya’da 3 ay boyunca çalarsanız artık farklı bir müzik diyalektiğine sahip olursunuz. Çalıştığınız orkestrayı dinlemeli, diyalektiğini anlamalı ve çalmak istediğiniz parçaları bunun üzerinden geliştirmelisiniz. Gelip de “Ben bunu istemiyorum” derseniz ve değiştirmeye çalışırsanız, kültüre saygınız yok demektir. Müziğe karşı dürüst değilsiniz demektir çünkü onlar kültürlerini temsil ediyorlar. Ben saygı duymak zorundayım.
- Kemanla başladınız müziğe. Şef olduktan sonra da çalmaya devam ettiniz mi?
Hâlâ arada çalıyorum. Durumumu görmek için piyano da çalıyorum. Diğer enstrümanları da deniyorum. Az az da olsa bir orkestra şefi bütün enstrümanlara aşina olmalı. O enstrümanları çalan insanların işinin ne kadar zor olduğunu görmeli. Bir şefin en önemli işi sound’ı şekillendirmektir.
-
Diğerlerine benzemeyen ve yüksek tempolu bir CD…
Bu iki parçayı bir araya getirmemizin sebebi, ikisinin de eşsiz olması. Berlioz, Symphonie Fantastique‘i ilk yazdığında kimse böyle bir şey bestelememişti, büyük bir deneydi. Mark-Anthony Turnage ise 21’inci yüzyılda Concerto for Two Violins‘ı yazan ilk kişi. Bu parçaların
ne önce ne sonralarında bir benzerleri yok. Ve bunların bir zaman çerçevesi yok. Biz zaman tanımayan CD’ler yaratmak istiyoruz. İlk CD’miz İstanbul’dan gelen melodi ve ritimler üzerine kuruluydu. İkinci CD ise Birinci Dünya Savaşı’dan sonrasıyla başlıyor. O zamanlar yasak olan parçayla. Üçüncü kısımda ise Scène aux champs. Dünyanın her yerinde her tarzda seslendirilmiş bir eser. Diğer parçalar ise Sankt-Peterburg’tan Karadeniz’e, oradan doğuya ve İstanbul’a ulaşıyor. Yani bir yolculuk yaratmak istedik. İstanbul’dan esinlenmek istedik. Çünkü burası batı klasik müziğini çok etkiledi. Mozart zamanından başlayarak Beethoven ve çok daha sonrasına kadar bunu duyabilirsiniz.
-
Neyi hedefliyorsunuz?
Buraya ilk geldiğimde tek hedefim, BİFO’yu Türkiye’nin gurur duyacağı bir orkestra yapmak değildi. Çünkü bu dünyadaki 20 orkestradan biri. Hedefim dünyaya kıtanın bu tarafından ilham geldiğini göstermekti. Biz bu köprüleri kurmalıyız. Çünkü biz bir kutunun içinde değiliz. Bir müziği dinleyince seversiniz ya da sevmezsiniz, bu kişiseldir. 2 bin kişilik
bir konser salonunda bunu kullanabiliriz. Hangi kültür ya da geçmişe sahip olursa olsun aynı müziği dinleyebilirler. O yüzden müzisyenlerime sürekli şunu hatırlatıyorum “Lütfen unutmayın, biz güzellik yaratmak için buradayız, sahnedeyiz; insanların kalplerini aydınlatmak ve mutlu etmek için.”
-
İstanbul’un hep müzikle ilişkisinden konuştuk. Sizin için başka ne ifade ediyor?
Burası, diğerlerinin aksine iki elementi barındırıyor. Hem binlerce yıllık tarihi hem de gençliği. Başka yerler tarihe sahipse genç olmuyor, gençse tarihi olmuyor. Atmosferi çok seviyorum. Bu eşsizliği seviyorum. Yürüyüşe çıkıyorum, geleneksel yemekleri ve yaşayışı keşfediyorum. Sanatı anlamaya çalışıyorum. Genç yerlere giderek insanların yaşamlarını keşfediyorum. Bunun dünyanın neresine gitsem yapıyorum.
-
Eskiden Queen gibi grupları yorumladınız. Peki şu an dinlediğiniz popüler müzik türleri yok mu?
Tabii ki var. Ben popülerin, rock ‘n roll, caz ve her şeyin kültür olduğu bir zamanda doğdum. Queen, Genesis, Ramones, Elvis, Michael Jackson, Prince, MC Hammer… Arkadaşlarla kim daha iyi söylüyor diye tartışmak… Tipik bir ergendim. Sadece klasik müziği de seviyordum. Müzik bu, seversiniz ya da sevmezsiniz. Ama insanlar klasik müzikten korkuyorlar, çok elit ya da özel buluyorlar. Anlaşılmak için çaba istediğini düşünüyorlar. Ama hayır, ne anlamak istiyorsan odur. Anlaşılacak bir şey yok. Eğer sana dokunuyorsa ve bir şey hissettiriyorsa tamamdır. Yemek gibi, beğenmediğini neden yiyesin?
Bu gönderiyi Instagram’da gör
-
Bizi neler bekliyor?
16 Mayıs’ta Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’yla 10’uncu yılım adına bir konserimiz olacak. Beraber CD’lerimiz olan Nemanja Radulovic olacak. Carlito Dalceggio orkestra çalarken arkada resim çizecek. Bence bu İstanbul’daki 10 yıllık özgürlük ve yaratıcılık sürecimizi kutlamanın harika bir yolu.
-
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Sadece olabildiğince keyif alın. Ve unutmayın, eğer bir klasik müzik parçasını beğenmezseniz bir diğerini beğeneceğinizi garanti ederim.