Zeynep TOKER
zeynep.toker@yellowbos.com

Yirmi yılı aşkın süredir karanlığı, isyanı ve varoluşu kendi dilinde anlatan Moribund Oblivion, Türkiye metal sahnesinin en köklü ve üretken gruplarından biri olarak öne çıkıyor. 1999’da başlayan yolculuk, grubun sekizinci stüdyo albümü Intertemporal ile zamansız bir noktaya ulaşıyor. Köklerine sadık kalırken yenilik arayışını sürdüren grup, bu albümde zaman, algı ve varoluş kavramlarını hem müzikal hem de felsefi bir bütünlük içinde ele alıyor.

18 Ekim’de IF Beşiktaş’ta gerçekleşecek Portals Metal Fest öncesinde grupla bir araya geldik. Karanlığın estetiğini, zamanın ağırlığını, sahnedeki öfkeyi ve Türkiye metal sahnesinin bugünkü durumunu konuştuk.

Moribund Oblivion yirmi yılı aşkın süredir hem Türkiye’de hem Avrupa’da sahne alan, kendi kimliğini yaratmış bir grup. Bu kadar uzun soluklu bir yolculukta ‘karanlığın estetiğini’ diri tutmak zor olmuyor mu? Zamanla değişen dünyada hala o ilk günkü öfkeyi, tutkuyu ve anlam arayışını sahnede nasıl canlı tutuyorsunuz?

Güzel bir soruyla başlıyoruz. Öncelikle şunu söylemeliyim ki zaman her şeyi değiştiren bir olgu. Karşısında hiçbir şey dayanamaz. Ayakta kalmak olabilir ama değişmeden mümkün değil. Bu nedenle öfkemiz de aslında ilk günkü gibi değil. Emin olun çok daha öfkeliyiz. Hayatta gördüklerimizden, kendi yaşantılarımızdan edindiğimiz tecrübeler bize her geçen gün daha büyük bir öfke kazandırdı. Bunu olumsuz mana da düşünmemek gerekiyor. Bu öfke dediğiniz gibi bir kimlik oluşturmamıza neden oldu. Öfkelerinizi kontrol etmeyi de bilirseniz bu sizin ne olduğunuzu, ne olacağınıza da yön veren bir güçtür. ‘Karanlığın estetiği’ iyi bir tanımlama… Bizler müzisyen olarak, müziğimizi oluştururken her zaman karanlık gibi görünen tarafta olmayı tercih ettik. Buradaki “karanlık” sanıldığının aksine bizim için bir şeylerin farkında olma, eleştirebilme içgüdüsü ve yetisi, hayatı toz pembe değil de tüm olumsuzluklarıyla görebilme tanıyabilme becerisiydi. Şarkılarımızı da bu yetilerle oluşturmaya ve hayatı bu şekilde sorgulamaya çalıştık hep. Dünyada kötülük hiçbir zaman bitmiyor. Gördüğümüz şeylerle bu öfkeyi canlı tutmak hiç de zor değil.

Intertemporal albümü ismini zamansızlık fikrinden alıyor. Zaman, algı ve varoluş temaları metal müzikte sıkça karşımıza çıkar ama siz bu kavramları felsefi bir bütünlük içinde işliyorsunuz. Bu albümde sizi en çok zorlayan şey neydi? Müzikal olarak mı, yoksa kavramsal olarak mı ‘zamanı aşmak’ istediniz?

Öncelikle kavramsal olarak kafamızda oturtmak istedik bir şeyleri. Kimileri için ütopik bir kurgudan ibaret olabilir bunlar. Herkesin hayat, hayat sonrasıyla ilgili kuramları olabilir. Bizim de var. İnanç sistemleri üzerine bitmek bilmeyen tartışmalar ve varsayımlar, evrenin sırları ve sonsuzluğuyla ilgili merak edilen şeyleri bizler de merak ediyoruz. Kendi araştırmalarımız, okuduğumuz kitaplar ve mantığımızla oturttuğumuz bir senaryomuz var. Bu senaryoyu da hem duygusal bir dil ile hem de felsefi bir anlatımla temalaştırıp albümümüzün konusu haline getirdik. Son iki albümdür de bu tema üzerinde devam ediyoruz. Zaman algısı, yanılgısı, çok boyutlu evrenler ve yaşamlarla insanoğlunun varoluş sistemini sorgulayan bir çok sorumuz vardı. Kendi zihnimizde bunu oturtmaya çalışmak en büyük zorluktu. Bu çok iyi bir senaristin harika bir film çekmesi, hikayesinde hiçbir açık bulunamayıp büyük övgüler alması gibi bir şey. Oturttuğumuz anda da besteleme süreci başladı. Konu ve anlatım netleştiğinde bunu müziğe dökmek, notalarla ifade etmek çok daha kolay. Ortaya çıkan şey ‘zamanı aşmak’ değildi bizim için ‘zamanı anlamaktı.”

“Boşluğu”, “soğuğu” ve “kaosu” melodik bir şiire dönüştürmek metalin en çetrefilli ama büyüleyici tarafı. Moribund Oblivion’un sound’unu kurarken o karanlık atmosferle dinleyiciyle duygusal bir bağ kurmayı nasıl başarıyorsunuz? Bu dengeyi sahnede hissettiğiniz o ilk anda mı buluyorsunuz?

Popüler müziklerde dikkat ederseniz genelde hayat hep çok güzeldir. Aşk vardır, para vardır, zevk sefa… Metal müzik ise madalyonun diğer yüzüdür. İnsanların görmek istemediği, yok saymaya çalıştığı fakat her gün yüzleştiği hayatın ta kendisini en sert şekilde sorgular ve anlatır. Biz bu bağı samimiyetle bunları kendi dilimizce anlatarak kuruyoruz. Sahnede olmak ise doğrudan kurduğumuz en özel bağ. İçimizdeki ateş ve isyanın vücut bulduğu yerdir sahne. Bu enerjiyi karşı tarafa birebir aktarabildiğimiz en gerçek platform. Sahtelikten uzak ve içimizden geldiği gibi sanatımızı sergilediğimiz, sevenlerimizle bağ kurduğumuz en önemli faaliyet alanımız. O samimiyeti iyi müzik, iyi performans ile seyirciye geçirmeyi başarırsanız güçlü bağlar kurarsınız. 26 yıldır da bunu yapmaya çalışıyoruz.

 

Bu gönderiyi Instagram’da gör

 

OUIJA (@ouija.media)’in paylaştığı bir gönderi

Bahadır, sen hem grubun sesi hem de görsel dünyasının yaratıcısısın. Albüm kapakları, sahne estetiği, hatta logo bile hep bir konseptin parçası gibi. Moribund Oblivion’un görsel tarafında seni en çok etkileyen estetik referanslar neler? Müzik kadar görsellik de sizin için bir anlatım biçimi mi?

Elbette… Bunların hepsi bir bütün ve zincirin birer halkası gibidir. Gerçek mesleğim reklamcılık. Uzun yıllar global büyük markaların yaratım sürecinde çalıştım. Dolayısıyla bir markanın kurumsal yapısı olması ve bunun nasıl olması gerektiğini iyi bilirim. Markanızın sektörü ne olursa olsun bu böyledir. Müzik dünyasında da bu alanın kurallarına bağlı kalarak kurumsal yapıyı, görsel temalarda ve müzikteki marka dili bütünlüğünü oldukça önemsiyorum. Hiçbir şeyi öylesine alelade yapmayız ve kullanmayız. Hepsi bir bütünün parçası ve o bütünü anlatan detaylardır. Örneğin albüm kapağını gören bir kişinin şarkıyı dinlerken kafasında bu iki şey birbiriyle match etmeli. Anlatılan konular ve verilmek istenen mesajlar zaten bir konsept çalışmaysa buna daha da çok dikkat edilmesi gerekiyor. Temalar değişse bile grubun kendi kimliği gereği de her zaman varolan kurumsal yapısını yaşatması lazım. Art workler, imajınız, sahne dekorlarınız ve sahnedeki duruşunuz, sözler ve şarkılar grubun kimliğini ortaya koyan bir bütünün parçalarıdır. Hiçbiri diğerinden daha az önemli değildir.

Intertemporal’ın prodüksiyonunda hissedilen o ‘modern ama köklü’ yapı dikkat çekiyor. Bugün teknolojinin bu kadar kolaylaştırdığı bir dönemde, hala o ‘analog hissi’ koruyabilmek sizin için neden önemli? Bir yandan çağın hızına ayak uydurup bir yandan da zamansız kalmak nasıl mümkün oluyor? 

Anlattığımız temaya çok girmiş olmalıyız demek ki (gülüyor). Zamansızlık… Değişen dünyaya ve gelişen teknolojilere elbette ayak uydurmak gerekiyor fakat geçmişi, kökleri ve manevi şeyleri de unutmadan. Vefa, sadakat ve anılar insanı insan yapan bizim için önemli olgular ve erdemlerdir. “Yok olmaya yüz tutmuş” anlamına gelen Moribund Oblivion ismini de zamanında seçerken anıların hayatımızdaki önemi, buna duyulan vefa ve bizi bugünlere getiren acı tatlı tecrübelerimize verdiğimiz değeri ortaya koymuştuk. Intertemporal’da tam olarak dediğiniz gibi analog bir yapıyla modern soundun harmanlanmasını sağladık. Her ikisinden de kopmamak ve dengeyi tutturabilmek bizim için her zaman önemli.

Türkiye metal sahnesi yıllardır kendi enerjisini taşıyan ama kimi zaman görünmez kalmış bir sahne. Sizce Türkiye’de metal hala ‘yeraltı’ mı, yoksa artık ‘bağımsız bir damar’ olarak kabul görmeye başladı mı?

Türkiye’nin ülke olarak kapalı sistem bi yaşam tarzı var. Dış dünyadan gelişen iletişim araçları vasıtasıyla artık daha haberdarız fakat hala çok uzağız. Ülkemizin dış siyaseti, politik gerekçelerle de daha içe kapanık bir yapı arz ediyoruz ve yakınlaşamıyoruz dış dünyaya. Sadece burada kaldıkça insanlarımız her şeyin odak noktasının da burası olduğunu sanması, dünyalarının küçük olmasına neden olmasına neden oluyor. Haliyle metal sahnemiz de gelişimler gösterse de hala underground bir yapıda. Biz bunu 4 sene evvel açtığımız organizasyon ve booking şirketleriyle biraz kırmak istedik. O dış dünyayla / sahneyle yakınlaşmak ve Türkiye’yi de bu konuda merkezlerden biri yapmak istedik. Bir süredir de bunu yapıyoruz. 2 büyük festivalimiz, bir konferansımız ve de Türk gruplarından oluşan bir grup rosterımız var. Bunların hepsi uluslararası düzeyde şu an. İç piyasada gruplar arası çekişmeler var, organizasyon şirketleri arasında çekişmeler var ve herkes herkesin ayağına basma derdinde. Bu ilkel hasetlik içgüdüsünü yenmek lazım ama nasıl bunu bilmiyorum. İnsanın doğasında olan “başkasının yükselmesinden duyulan rahatsızlık sorunsalı” Avrupa’daki normlara biraz olsun yaklaşırsa çok daha hızlı bir ilerleme olacağı kesin.

18 Ekim’de Portals Metal Fest sahnesinde Intertemporal”ı ilk kez canlı çalacaksınız. O gece seyirciyle kurmak istediğiniz bağ ne olacak? Dinleyicileri nasıl bir performans bekliyor?

Aslında ilginçtir ki biz albümü son 2 senedir Avrupa’da sürekli çaldık. Albümün piyasaya çıkışı gecikince biz turnelere devam ettik ve playlistimizde Intertemporal’dan yeni şarkılara daima yer verdik. Yerli seyirci ile her zaman farklı bi bağımız, iletişimimiz var. Her şeyden evvel kendi dilimizde anlaşabiliyoruz. En son albümümüz Endless 2022’de çıkmıştı ve son üç yıldır ilk yayınlanan albümümüz Intertemporal. Bu nedenle kendi seyircimize de bunu canlı sunmak bizim için çok özel ve heyecanlı olacak. Tabii grubun artık kült sayılabilecek eski şarkılarına da yer vereceğiz. Her zamanki gibi sert ve şiddetli bir iletişim olacağını söyleyebilirim.

Son olarak, Back on Stage okurlarına ve dinleyicilerinize neler söylemek istersiniz?

Ülkede olan konserlere, festivallere ve bu müziğe tam anlamıyla sahip çıksınlar. Bunu ayakta tutabilmek finansal açıdan sahiden zor ve meşakatli bir iş. Bizle hem sahnede, hem de sahne arkasında konunun her anlamda risklerini alıp elimizi taşın altına sokmuş durumdayız. İnsanlardan da desteklerini bekliyoruz.