Çağatay Yılmaz
cyilmaz@hayhuy.co
Gürültülü gitarlar, şarkıyı sesinin en tepesinden söyleyen bir vokal, gümbür gümbür bir bas ve davul sesi… Bir de hiçbir şeye değişemeyeceğim bir özgürlük hissi. Bir metal müzik dinleyicisi olarak, tarzı ancak böyle tanımlayabilirim sanırım.
Bu aralar çevrede sıkça duyduğum “Rock öldü, metal müzik bitti, Türkiye’de zaten hiç yoktu abi” laflarının da bi bitmemesiyle içimi endişe kapladı, haklı olabilirler mi acaba? Önce olayın tarihine bir bakmak lazım.
Dumanı ve yıldırımları severim
Ağır metal gürültülerini
Rüzgarla yarışmayı…
Yukarıdaki sözler, Steppenwolf’un Born to be Wild’ından. 60’lardan beri akıllarımıza kazınan parçanın bir ilk olma özelliği de var, metalin ilk defa bir şarkıda kullanılmasını da işaretliyor. Buradan çıkan kıvılcım Black Sabbath ve Alice Cooper gibi ‘ağır metal işçileri’yle daha da büyüdü, hâlâ yanıyor.
Biraz gecikmeli olsa da Türkiye bundan nasibini aldı. 80’li yılların başında Türk müzik sahnesi Whisky grubuyla hard rock-metal müzikle tanıştı. 1979’da kurulan grup, 1982’de ilk kez TRT onayını alabildi. 1984’te de ilk Türkçe sözlü metal albümü Babaanne’yi yayımladı, aynı yıllarda Devil başta olmak üzere bir sürü yeni isim ses çıkarmaya başladı. Sonra yıllarca Türk metal müziğini durdurabilene aşk olsun. Gerçi Türk Silahlı Kuvvetleri bir hasar vermiş ama…
Yanlış anlaşılmasın, darbeden falan değil gruptaki adamların askere gitmesinden bahsediyorum. Tuhaf gelebilir ama askerlik Türk metal sahnesine gerçekten bela olan bir mesele. Keza Whisky’i de tam üç yıl durduruyor. Gruplar oturuyor, parçalar hazırlanıyor derken müzisyenler askere gidiyor, ya döndüklerinde grup yok ya da bambaşka dertler edinmişler… Buradan gruplardaki cinsiyet eşitsizliğine dair bir konu da çıkabilir elbette, şimdilik o başka bir yazının konusu olsun.
Grupların tek problemi bu da değil. Dünyanın her yerinde metalseverlerin karşılaştığı ötekileştirmelerle karşılaşıyorlar. Saçı uzun diye takılmalar, küpe takanlara laf atmalar, satanist demeler… Ama bunlar kitlenin genişlemesine engel olamıyor. Kramp, Darkphase, Pentagram, Antisilence, Asafated ve daha niceleri… 80’ler ve 90’lar boyunca sahne giderek kalabalıklaşıyor.
REHİN BIRAKILAN MÜZİK ALETLERİ
Seyirci de çılgın, konserlerde masalar sandalyeler havada uçuşuyor. Dönemi Pentagram’ın davulcusu Cenk Ünnü, Hürriyet’e şöyle anlatmış: “Pangaltı’da İnci Sineması vardı, orayı maalesef telef ettik. Seyircilerimiz sevgilerini biraz değişik bir dilde anlatıyordu, bu da bazı hasarlara yol açıyordu. Moda Sineması’nda da aynı şey oldu, çok kalabalık bir kitle geldi, normalde sevinmemiz gerekirken sinemada oluşan hasardan dolayı müzik aletlerini rehin
bırakmak zorunda kaldık…”
Bu tip ‘taşkın’ hareketler dönemin medyasının da abartmasıyla fazlaca tepki çekti. Avrupa ve ABD’nin 70’li yıllarda yaşadığı satanist metalci paranoyası Türkiye’nin 90’lı yıllarına damgasını vuran konulardan oldu. Zaten bir alt kültür olan metal müzik, iyice underground’a itildi ve tabutuna ikinci bir çivi çakıldı.
METAL ÇOK BÖLÜNDÜ
Daha sakin, rock ya da pop rock isimler hâlâ ilgi çekiyordu. Türk kadınları da 90’lardan itibaren rock sahnesinde görülmeye başladı. Metal için Kırmızı’yı beklemek gerekecekti ama Şebnem Ferah ve Özlem Tekin’in öncülüğünde oluşan Volvox grubu Bursa’dan çıkıp tüm Türkiye’nin ilgisini kazandı. O dönem genç üyelerin üniversite için farklı şehirlere gitmesi bile engel olmadı, sürekli konserdelerdi. Sonra, Türkiye’de her güzel şeye olan oldu, çok bölündü.
Grup, 1995’te Özlem Tekin ve Şebnem Ferah’ın solo albüm tekliflerini kabul etmesiyle dağıldı. Yine yakın dönemlerde neredeyse tüm rock ve metal gruplarında ekip değişiklikleri oldu. Dahası olaylar seyirci kitlesine de yansıdı, tayfalar arasında tartışmalar hatta fiziksel kavgalar yaşandı. Zaten marjinal görülen kitle, iyice ‘yaramaz’ bir görüntü çizdi.
Pentagram’ın Popçular Dışarı’sı Harbiye’yi sallasa da tutmadı, 2000’ler metal için çok suskun bir dönemin başlangıcı oldu. Elektro gitarları en fazla pop rock tınılarında duyabilirdiniz… Yeni bir şey üretilemedi mi, yoksa seyircinin nostalji sevdası mı bilinmez, kalanlar da hep aynı şarkıları dinledi.
‘METAL DİNLEYİCİSİ HEP AYNI’
Undertakers’tan kısa bir süre önce ayrılan bas gitarist Hakan Şener de aynı konudan şikayetçi: “Metal dinleyicisi hep aynı. 20 senelik şarkıyı önüne koy ilk günkü heyecanla dinler, yeni işlerden hiç haz almaz” diyor.
Biraz bakıldığında bu durumun aynı grupların farklı şarkılarında bile geçerli olduğu görülüyor, örneğin YouTube’da Pentagram’ın 2007 konserinden bir kayıt 4 milyondan fazla izlenirken yeni parçalardan oluşan MMXII’nin izlenmeleri 1 milyon civarında. Onlar da seyircilerinin ne istediğini fark etmiş olacaklar ki, 2017’den itibaren eski parçaları tekrar yorumlamaya giriştiler.
Şener’e göre sıkıntı bununla da sınırlı değil, “Mekanların teknik kapasitesi yeterli fakat teknik eleman kısmında sorunlar yaşıyoruz. Bazı mekanların kendi sesçisi bile yok, yandaki türkü barın sesçisi gelip ayarlamaları yapıp işinin başına dönüyor” diyor. Grubun yakın zamana kadar bateristliğini yapan Anıl Kuru daha iyimser, bugüne kadar beraber çalıştıkları insanların beklenmedik davranışlarına sitem etmekle yetiniyor.
KAÇ KİŞİ KALDIK?
Bir durup rakamlarla yüzleşmek gerek. Bugün Spotify’da metal yazınca ilk bakışta 50’den fazla liste çıkıyor, 1000’e yakın takipçisi olan da var 778 bine ulaşan da. Aramalara Türkçe’yi katınca işler biraz değişiyor, liste sayısı fazla olsa da takipçi sayıları düşük.
İşin farklı bir boyutu da var, listelerde Türkçe olsa da metal müzikle pek alakası olmayan Duman gibi isimler de görülüyor. Metal müziğin ne olduğunu mu unuttuk acaba?
GERİ DÖNEN FESTİVALLER
Metallica, Slayer, Anthrax, Mastadon, Rammstein, Manowar, Iron Maiden gibi ağır toplar, hem yerli hem yabancı sahneden pek çok isim… Stadyumlara, parklara sığılamayan festivalleri özlüyorduk. Malum, Sonisphere yıllardır yok, Rock Off’da geçen sene yapılamamıştı… Festivalleri çok seviyoruz, 2019’a da “Festivalle gel 2019” diyerek girmiştik. Totemlerimiz metal müzik için de tuttu, metal festivalleri de döndü.
https://www.youtube.com/watch?v=oTRM114XVGE
Genel resme bakınca, ilk korkularımın yersiz olduğu sonucuna varıyorum. Gaddar’ın bateristi Kerem Sedef de metal müziğin ölmeyeceğini savunuyor, “Evet, Türkiye’de
popüler değil şu an ama burada ve dünyada her zaman kemik bir kitlesi olan bir tarz.” Şirketlerin ilgisizliğinden de şikayetçi, “Plak şirketlerinden yatırım alan, desteklenen bir müzik türü değil Türkiye’de. Çoğu grup ve sanatçı kendi imkanları veya çok ufak bütçelerle bu işi yapmaya çalışıyor. Bu durum da insanlara ulaşmasını zorlaştırıyor. Biz Sülfür Ensemble ile ilk konserimizde süper bir seyirciyle karşılaştık ve bu bizi çok umutlandırdı.”
Sonuçta Steppenwolf’un üzerinden elli, Whisky’in Babaanne’sinin üzerinden otuz beş yıl geçmiş olmasına ragmen, metal müzik halen bir kitle sahibi. Piyasada gedikli isimler de var, gümbür gümbür gelen yeni nesil de…
Metal müziğin öldüğünü ya da size göre olmadığını düşünebilirsiniz elbette. Gittiğim konser ve festivallerde hem yaşça büyüklerime hem de küçük kardeşlerime bir bakıyorum da, size o kadar da ihtiyacımız yok…