Ece ULUSUM

1992 doğumlu Jesper Munk, artık pek rastlanmayan çekirdekten yetişmiş blues müzisyeni ekolünün genç temsilcilerinden. Lise yıllarından beri müzik yapıyor, sokak müzisyenliğinden sahnelere uzanan bir yolculuğu var. Müziğinde de, cümlelerinde de yaşanmışlıklardan beslenen bir müzisyen olduğu hissediliyor. Türkiye’yle de ilginç bir bağı olduğunu öğrendik, belki karantinadan sonraki festivallerde buralarda bir sahnede görme imkanımız olur kim bilir? Şimdilik, sohbetimizle yetinebiliriz.

❏ Karantina nasıl gidiyor?

Şu ana kadar çok şanslıydım. İşler zorlaşmaya başladığı anda devlet yardımı aldım. Ne yapacağımı çözene kadar ayakta durmamı sağlıyor. Bir de hazırdaki tüm merch ürünleri toplayım bandcamp’ten satışa çıkardım. Bandcamp’i duymadıysanız, sanatçıları dinleyicilerle buluşturan platformlardan biri… Sorunla başa çıkabiliyorum yani. Çok daha ciddi etkilenen arkadaşlarım var. Duygusal açıdan daha fazla yük hissediyorum, belirsizlik yorucu. Bir açıdan beni daha yaratıcı yapıyor ama. Bir de, normalden fazla içmeye başladım sanırım.

‘Her şey bir biçimde politik’

❏ Salgın müzisyenleri nasıl etkiliyor, neler olur sizce?
Mesleğiniz müzisyenlik olunca hiçbir zaman kendinizi finansal olarak güvende hissedemiyorsunuz. İşin doğasında var. Şimdiki gibi belirsiz zamanlarda daha çok ortaya çıkıyor tabii ki. Yalnızca albümlerimizi satarak geçinememiz çok üzücü. Salgın yüzünden konserler iptal, ne zaman sahnelere dönebileceğimiz de belli değil. Dijital platformların ne kadar önemli hale geldiğini, vahşi kapitalistleşmenin içinde sanatçı kalmanın ne kadar zor olduğunu görüyoruz. Yani şöyle, eğer ‘güzel’seniz, Instagram’da gözükmeyi seviyorsanız bir sorun yok. Konuyu biraz dağıttım ama her şey bir biçimde politik ve felsefi bir noktaya bağlanıyor.

Müziğe asıl katkıyı yapan ‘hayalperest’lerin kaybolmasından korkuyorum. Endüstrileşen müziğe karşı asıl ihtiyacımız olan müzisyenlerden bahsediyorum. Bu sanatçılar için para kazanmak zaten zordu, şimdi neredeyse imkansız. Karamsar göründüysem kusura bakmayın, çocuklarımızın ‘spor yaparken dinlenecek müzikler’ yerine bir kültürden süzülmüş parçalar dinleyeceğine eminim. Aslında bir gazeteci olarak hislerimi anlarsınız sanırım, sizin meslekte de de benzer şeyler oluyor. 

❏ Uzun süredir albüm yayınlamıyorsunuz. Uzun aralar vermek bir tercih mi?
Doğru, pek aceleci davranmıyorum. Hiçbir zaman hızlı üreten biri olmadım. Müziğe yeni başlarken pek düşünmeden parçalarımı yayınlıyordum. Biraz ilgi ve şöhretin benim gibi ayarsız birini nasıl bir moda soktuğunu gördüm, bir de yayınladığın bir parçayı geri alamıyorsun… 

‘Ailemizde din gibi davranılan tek şey müzikti’

❏ Unutulma kaygınız oluyor mu?
Uzun süre yeni bir şey yapmayınca birilerini kaybettiğim kesin. Ama hiç bırakmayan bir kitle var, asıl bunu seviyorum. Üstelik farklı şeyler deneyen biriyim, en sevilen parçaları birçok konserde çalmadım bile. Sizi gerçekten seven, kendi istedikleri yerine çaldıklarınızı dinleyen bir kitle en kıymetli şey. 

❏ Bağımsız bir müzisyen olmanın avantajları hep konuşulur ama dezavantajlı yönleri var mı sizce?
Daha çok sorumluluk, daha çok iş, tüm yaratıcılığın sizden çıkması gerekiyor. Sorumluluk almaya ne kadar hazır olduğunuzla alakalı. Disiplinli misiniz, psikolojiniz zorluklara hazır mı… Ben planlamayı pek beceremiyorum mesela. O nedenle bir menajerim var, bazen kıçıma bir tekme atması gerekiyor.

❏ Babanız ve grubu Cat Sun Flower sizi etkiledi mi?
Ailem dine önem vermiyordu. Vaftiz edilmedim, hiçbir ibadethaneye de gitmedik ama babam sayesinde evimizde müzik kutsal bir şeydi. Yanlış anlamayın, hiçbir dine düşman değillerdi ama ailemizde ‘din’ gibi davranılan tek şey müzikti. Küçükken babamın konserlerine de katıldım, iyi müziğin insanları nasıl etkilediğini gördüm. Cat Sun Flower’ın tüm üyeleri de ailemizin bir parçası gibi, hepsinden bir şeyler öğrendim.

‘Bir grupla olmayı gerçekten özledim’

❏ Müziğe bir grupla başladınız. Bir süredir kendi adınızla devam ediyorsunuz. Bu neleri değiştirdi? Grupta olmayı özlediniz mi?
Bir grupla olmayı gerçekten özledim. Gruptan ayrılınca bir anda yaratıcılığı parlayan insanlara hiç inanmadım zaten, tüm sorumluluğun bende olması da pek hoş değil. Geçen yıl evlendim ve eşim Madeleine’le bir grup kurdum. Adı Public Display of Affection, grupta ayrıca Lewis LLoyd ve Anton Remy de var. Gitar çaldığım başka gruplar da var. Yani etrafımda başkalarıyla müzik yapmayı tercih ediyorum.

❏ Müziğinizde deneyler yapmayı sevdiğinizi hep söylüyorsunuz. Son olarak ne denediniz? Denemek istediğiniz yeni bir şey var mı?
P.D.O.A’nın müziği, devam eden bir deney diyebilirim. Son ‘deneysel’ performansım da bir Japon sahnesindeydi. Gitar, bir sürü efekt ve abartılı hareketler kullandım. Yeni önerileri olan varsa yazabilir, denerim.

❏ Canlı yayınlarla dinleyicinizle buluşuyorsunuz, nasıl gidiyor? 
İnsanlar zaten tembel, bir de böyle olunca saygılı davranmak zorunda kalıyorlar. Yine de hiçbir şey canlı bir konser ortamının yerini tutamaz.

❏ Sizin için sırada ne var?
Yazmak, düşünmek, nefes almak, yapmak.

❏ Türkiye’ye gelmeyi düşünüyor musunuz? Burada bir konseriniz olsa nasıl bir playlist olurdu?
Şu an plan yapmak mümkün değil ama İstanbul ya da Ankara’da çalmak hoş olabilirdi. Türkiye’ye uzun süredir uğramadım, yüzmeyi öğrendiğim yer orası! Ülkenizde olanları görünce, Bob Dylan, The Clash falan çalardım sanırım. Dürüst olmak gerekirse listeyi konserden yarım saat önce yapıyorum, o yüzden tam olarak bilemiyorum.

Jesper Munk’tan kitap ve müzik tavsiyeleri

Müzik: Onyx Collective, Duendita, RAS, Strongboi, Mocky, Olmo&Mathilda.
Kitap: The Wisdom Of Insecurity by Alan Watts; A Broken Hallelujah by Liel Leibovitz; The Attention Revolution by B. Alan Wallace