Çağatay YILMAZ
@cagatayilmaz3

Hep derler ya önce kendi müziğini dinle ve sev diye. İyi, hoş sevelim de bunun için üreten tarafa da iş düşmez mi? Yıllar yılı aynı şarkılar arasına sıkışmış, kendine yeni jenerasyona ulaşabilmenin yolunu ancak fasıl sofralarında bulmuş Türk sanat müziği ya da diğer deyişle alaturka müziği kucaklamak için ne yapılıyor?

Bir baktık, çeşitli sanat dallarının, hatta farklı müzik türlerinin özel günleri var, örneğin Uluslararası Caz Günü... Dünya çapında kutlananlar var. Türk sanat müziğinin neden böyle bir günü olmasın? 2012’de müzisyen Onur Akay, alaturka müziğin demirbaş kanalı TRT Müzik’e bağlanıyor. Aklında aynı soru var. Canlı yayınlanan Meşk Zamanı programında,  Zeki Müren’in doğum gününü Türk sanat müziği günü yapmayı öneriyor. Yani 6 Aralık… Stüdyoda alkışlar, fonda Zeki Müren fotoğrafları dönüyor, programın sunucusu Arif Özgülüş’ün gözleri dolu… Sonrası, ‘inleyen nağmeler’. Akay’a sorduğumuzda şöyle diyor; “Hem Zeki Müren’in doğum gününe hem de Türk sanat müziğine gençlerin dikkatini çekmek için yaptım.”

https://www.youtube.com/watch?v=pf2Q0ESW1FU

ÖZEL GÜN KUTLANIYOR MU?

Aradan geçen yıllarda bazı etkinlikler düzenleniyor, 2017’de Türk Hava Yolları, Zeki Müren’in meşhur paraşütlü sahnesiyle Türk Sanat Müziği Günü‘nü kutluyor. Ama büyük çaplı etkinlikler yapılmıyor bir türlü. Ana akım medyanın aklına da Google 2017’de sanat güneşimizin doğum gününü bir doodle’la kutlayınca geliyor ancak. O haberlerde de özel gün ilanına dair ya hiç bir şey söylenmemiş ya da 1-2 satırla geçiştirilmiş. Bu özel günü kimler kabul etmiş ya da UNESCO’ya başvurulmuş mu diye araştırdık ancak karşımıza sonuç çıkmadı. Pek de yaygın değil anlaşılan. Bunun üzerine Akay, “Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, TRT’nin ve Türk sanat müziği sanatçılarımızın bu güne etkinliklerle ve konserlerle dikkat çekmesi gerek” diyor. Son yıllarda türe dair duyduklarımız ve yapılan haberler, hayatını kaybeden veya zor durumda olan icracılardan ibaret kalıyor genellikle.

Bir düşünün. En son ne zaman ‘Türk sanat müziği’ dinlediniz? Anason kokmayan bir ortamda diye sınırlarsak bu tarih ne kadar değişir? Türe neden böyle bir isim verilmiş, diğerleri sanat değil mi diye merak ettiniz mi hiç? Bu, bitmiş bir tür mü acaba?

FİKİR AYRILIKLARI

Öncelikle söylemek gerek, türün bittiği yok. Dijital müzik platformlarında yüz binlerce takipçisi olan playlist’ler var, biletleri tükenen konserler yapılıyor ve hâlâ canlı yayında korolar şarkılar söylüyor. Ancak popülerliğinin eski günlerde kaldığı da aşikâr. İcracıların film yıldızı olduğu, konserlerinde izdiham yaşandığı günlerden bu yana ne değişti diye bir bakınca da karşımıza beklenmedik bir kaos çıkıyor.

Tarza gönül verenlerin anlaşamadığı çok konu var. Türün adı bile dahil buna. ‘Türk sanat müziği’ denilmesi bir kısmın kulağını tırmalıyor. ‘Klasik Türk müziği’ ya da doğrudan ‘Türk müziği’ demeyi tercih ediyorlar. Müzisyen Dilek Türkan da bu isimlerden, “Sonradan çıkan bu ismin nereden geldiğini söylemek gerekirse, bu müziğin popüler olduğu yakın bir dönemde bazı icracıların uydurduğu bir isimdir. Doğru ifade şekliyse ona Türk müziği demek. Her müzik sanatsa bu isim karmaşaya neden oluyor” diyor. Öte yandan hangi eserin alaturka olduğu da muallak… Belirleyici özelliğin makam kullanımı olduğu konusunda fikir birliği var. Ancak Arap ve İran müziklerinde de benzer makamlar kullanılıyor. Kimi batılı müzikologlar, tarzın aslında Arap müziği olduğunu söyleyecek kadar ileri gidiyor.

Fikir ayrılıkları eserlerin sınıflandırılmasında da devam ediyor. İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Öğretim Görevlisi Nurullah Ataş konuya teknik bakıyor, “Bir esere Türk müziği eseri diyebilmemiz için makamsal bir yapıya sahip olması gerekir. Türk müziğinde kullanılan usul ve formlara uygunluğuna bakılır. Seslerin dizilimi ve icra tavrı da önem taşımaktadır” diyor. Türkan da hemfikir ama o olaya daha duygusal yaklaşıyor, “Bu müzik İstanbul’un müziği. Duyduğunuz anda İstanbul’un sokaklarında dolaşır ve şehrin havasını solursunuz.”

MAKAM MESELESİ

Tarzın belirleyicisinin makam kullanılması olduğuna dair bir fikir birliğine varılmış. Ama o konuda da karışıklıklar var. Sayısı net değili her kaynakta farklı bir sayı var. Kimisi 600’e kadar makam adı sıralıyor, Hüseyin Saadettin Arel ise çalışmalarında bu sayı 500 civarında. Ancak bunların da büyük bir kısmının örneği kalmamış. Yeni makam üretilmesiyle ilgili tartışmalar da sürüyor. “Mümkün değil” diyen de var, yeni çalışmalar ortaya koyanlar da.

Örneğin Onur Akay, alaturka müziğe üç makam kazandırdığını iddia ediyor. “Müstear’lı Nikriz, Müstear’lı Hicaz, Zirgüle’li Pençgâh isimli 3 bileşik makam buldum, terkib ettim, takım besteledim ve örnek eserlerle tanıttım. Eğer ben Osmanlı döneminde yaşasaydım Saray’dan çok fazla altın alırdım” diyor. Müzik araştırmacısı ve yazar Murat Meriç’e göreyse yeni makamlar yüzlerce yıldır çıkmıyor. Nurullah Ataş, yeni makamlarda bir sakınca olmadığını söylese de uyarıyor, “Makam terkib etmek, sadece yeni bir ses dizisi oluşturmak değildir… Makama has bir karakterin, hissiyatın ortaya çıkması makamın kabul görmesi açısından önem taşır. Önemli olan, müziğe yeni bir ifade katıp katmadığıdır.”

‘YOZLAŞMAYA SEBEP TRT’

TRT’nin Türk müziğine katkısı, özellikle konservatuvarların kurumsallaşmasından önce daha belirgin görülebiliyor. Adı yad edilen, usta olarak gösterilen hemen her ismin yolu bir şekilde TRT’den geçmiş. Yaygın adıyla, Türk sanat müziği denince akıllara ilk TRT geliyordu. Ancak son yıllarda bu da değişiyor. TRT’de bu türe ait program sayısı azalıyor, araştırma ve derleme çalışmaları da azalıyor. Ataş, bunu anlayışın değişmesine bağlıyor. “TRT’deki müzik anlayışının tamamen değiştiğini söylemek yanlış olmaz. Bu anlayışın değişmesindeki en önemli faktör, özel televizyonlarda olduğu gibi TRT’nin de reyting kaygısına düşmesidir. Bu da, icra kalitesinden ziyade görüntünün ön plana çıkmasına sebep olmaktadır.” Türkan daha da ileri gidiyor, “Bu müzikteki yozlaşmaya en büyük sebep TRT’dir bana göre. Bir zamanlar otorite iken şimdilerde bundan çok uzak bir anlayışa sahip” diyor.

FASILA SIKIŞMAK

Tüm bu tartışmalar sürerken, bu türde yeni parçalar üretmek ya da icra alanlarını geliştirmek geride kalmış gibi görünüyor. Keza yeni eserler hemen her yıl daha da az üretiliyor, olanlar da kitlelere ulaşmıyor.

Neden mi, sonuç mu bilemiyoruz ama alaturka müzik, muhabbet edilirken arkada çalınan ‘fasıl’ ortamlarına sıkışıp kalıyor. Farklı alanlarda yapılan konserler de, biletlerin tamamı satılsa bile sadık kitle dışında kendini duyuramıyor. Bu noktada ortak görüş, fasılın yanlış algılandığı ve yapıldığı yönünde. Bu konu hakkında Ataş, “Fasıl, farklı formlardaki eserlerin belirli bir düzen içerisinde icra edilmesi anlamına gelir. Günümüz eğlence mekanlarında yaygın olarak kullanılan ‘fasıl’ kelimesi, anlamından saptırılmış vaziyette” diyor. Türkan da, “Bugün fasıl müziği bile tam anlamıyla yok. Dejenere ve arabesk bir anlayışla var maalesef. Sebebi de yine yanlış icralar… Büyük salonları doldurmakta güçlük çeken bu müzik sadece muhabbet edilen ortamlara taşınmaya çalışılıyor. Orada da sanattan bahsetmek ayıp oluyor haliyle” diyor.

‘YENİLİK YAPILMALI’

Söz konusu belirsizliğin çözümünün yeni yorumlarla veya tamamen başka türlerle birleştirilerek çalınan cover parçalarda olduğunu düşünenler var. Ataş’ın uyarıları var: “Günümüzde, Türk müziğinin farklı anlayışlarla icra edilmesi moda oldu. Türk müziğinin başka müzik türleriyle bir araya getirilmesiyle yeni eserler ortaya koyma çabaları hoş karşılanabilir. Fakat, eski bestekarlara ait eserlerin düzenleme adı altında değiştirilmesi çok doğru değil. Önemli ve zor olan geleneğin içinde bir yenilik yapabilmek. Müziğimizi tanıtma amacı varsa bunu, başka müziklere benzeterek yapmamalıyız. Müziğimiz ancak Avrupa müziğine benzediğinde dünyadaki yerini bulacak anlayışından kurtulmamız gerek…”

Nihayetinde cover dışında da üretimler var. Meriç de ona değiniyor; “Alaturka, form değiştirir ama ölmez zira günümüzde Münip Utandı, Güzin Değişmez gibi eski usulü sürdürenler, İncesaz gibi ‘yeni’ dokunuşlarda bulunanlar var.”

ALATURKA FESTİVAL LÜTFEN!

Araştırdıkça muallakta olan birçok soruyla karşılaşıyorum. Fakat tüm bu görüşlerin sonunda çözümün, Türk ‘sanat’ müziğinin yeni kitleler kazanması ve sürekliliğini devam etmesi için nitelikli festivaller gerek. En önemlisi de farklı icracıları bir araya getirebilmek. Aslında İTÜ gibi müzik eğitimi veren üniversiteler, korolar ve bazı topluluklar çeşitli etkinlikler düzenliyor. Ama duyuru ve kapsam konusunda sorunlar yaşıyorlar. Nurullah Ataş’a göre bilinçli bir durum var, “Medya ve ticari kuruluşlarının, bankaların veya sanat vakıflarının caz, klasik Avrupa müziği gibi farklı müziklere gösterdiği ilginin yanında Türk müziğine karşı kayıtsız kalmaları düşündürücü. Bunun bilinçli bir politika ve halen kendi değerlerimizle barışamamamızın bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz” diyor.

Haberin çıkış noktası olan Türk Sanat Müziği Günü’nün fikir babası Onur Akay’a göre belediyeler öncü olmalı, “Her yer yıl 6 Aralık’ta bir festival yapılabilir. Belediyelerin bu konuda öncü olması gerekiyor. Özellikle Ekrem İmamoğlu’na bu konuda seslenmek istiyorum” diyor. Dilek Türkan da festival yapılması görüşünü destekliyor ve “Bir Türk müziği festivali kesinlikle yapılabilir. Festival düzenlemek, büyük kitlelere ulaştırmak gerekiyor bu müziği. Bunun için de üretimini piyasaya göre yapan değil, ürettikleriyle piyasaya yön veren kaliteli sanatçıların artması gerek.” Her halükarda, Türk müziğinin varlığı sürüyor. Bir şeyler yapmak gerektiği aşikâr ama. Kim bilir, belki yakında kendimizi özenilmiş sahne tasarımlarıyla, ud workshop’larının verildiği kocaman bir festival alanı içinde tanıdık bir besteye eşlik ederken bulabiliriz…