Burak Abatay

Çocukluğumda kasedin evlerden eksik olmadığı zamanlar, neredeyse abimle yaşıt bir müzik seti, salonun bir kenarında kendince dururdu. Üzerinde pikabı, altında radyosu ile CD ve kasetçaları. Hemen alt kısmında adını yıllarca öyle düşüneceğim, kocaman bir müzik deposu. Plaklar yan yana sıralı, kasetler üst üste, sığmayanlar yandaki vitrinin raflarında. Adını ilk kez duyduğum Nejat Alp, zaten aşina olduğum Ajda Pekkan, Cem Karaca ve sanki akranım gibi olan BBG Tarık (a.k.a. Of Aman Tarık). İbrahim Tatlısesler, Orhan Gencebaylar ve elbette onlarcası. Yanlarında Ezginin Günlüğü’nün Aşk Yüzünden albümü:
“Her sabah bir dev masalında uyanınca/ Hep çocuk kalmak, kurtulmak…”

Şarkı sözlerini satır satır okumak ve şarkıyla beraber kendini sahnede hayal etmek. Tarkan, Mustafa Sandal, Teoman, Mirkelam ve diğerleri… Artık ergendim. Ceza’yı, Fuchs’u ve diğerlerini keşfettim. Tabii Walkman’in yüzüne kim bakar artık? Discman ve MP3 player var hepimizin elinde.
https://www.instagram.com/p/BrQuH3VhK5O/

Metallica diye bir şey var. AC/DC çok baba adamlar. Rammstein diye birileri varmış, sertmiş. SOAD’ı forumlarda okumuşum. MySpace’ten müzisyen keşfetmişim. Kimleri neden ilgilendirsin diye düşüneceğim müzik serüvenim bu benim. Bir şansla başlayan ve sonrasında kendince keşiflerle dolu, hâlâ tamamlanmayı bekleyen bir müzik dinleme serüveni.

Müzik dinlemek her zaman hayal etmektir. Çocukluğumdan ve gençliğimden bilirim ki hayal ederken, şarkı sözlerini, ritmini ve enstrümanları yakalamaya çalışmak bu işin en keyifli yanı. Elbette ki dans da öyle… Hatta daha ileri gidip o aletleri çalanların kimler olduğunu öğrenmek, o isimlerle başka albümlerde karşılaşmak. O insanın dilini artık tanıyor olmak, acayip iştah açıcı bir mesele bu. 7 yıldan uzun bir zamandır müzik dinlemenin yanı sıra müzik söyleşileri yapıyorum. Size ilk zamanlardaki büyüyü anlatamam. Eksilmiş değil, sürüp gidiyor hâlâ aynı heyecan.

 

View this post on Instagram

 

A post shared by Burak Abatay (@burakabatay) on


Peki nedir o büyü, devamlı sorguluyorum. Müzik söyleşileri yapmak, çok sevdiğim bir işi yapmanın haricinde neden önemli olabilir ki? Söyleşi yapmak ancak edebiyatla, gazetecilikle açıklanacak bir şey. İnsan hikayesini dinlerken doğru bir biçimde karşındakine sözle aktarma işi söyleşicilik; onlarca usta gazeteciden öğrendiğimiz bir şey. Derseniz ki müzisyenlerle söyleşiler yapmanın manavlarla, marangozlarla söyleşi yapmaktan ne farkı var? Bir gazetecinin bir manava yönelteceği, “En iyi kavunu nasıl anlarsınız?” sorusu ile bir gitariste bastığı notayı sormak farklı mıdır? Sanat söyleşileri yapmak için o sanatı bilmenin şartı var mıdır? Olsa iyi olur ama sanatın ve elbette müziğin hayal etme işi olduğunu da unutmuyorum.

Sorgumuz insan hikayeleri ve o insanların notalarla, sözlerle hayal ettirdikleri. Hikayelere ilişkin cevaplar alırken doğru soruları sormak zor, özellikle müziğin ya da notanın yani soyut olan bir şeyin sorusunu sormak. En geniş yelpazede, müzik dinleyicilerini ortak bir merakta buluşturabilecek sorulardan bahsediyoruz. Dinleyiciye onları şaşırtabilecek, aklına hiç getirmediği bir hikayeyi sunmak. Müzisyenlerin şarkı sözlerinden başka, bastığı notalardan farklı sözlerinin olduğunu öğrenmek ve onları aktarmaktan bahsediyorum. Dinleyici hayal dünyasında her gezintiye çıktığında yeni şeyler öğrenmeye çalışıyor. Yapılan bir müziğin nasıl bir ortamdan çıktığını tutun da, döneminin getirdiklerini okumaya kadar herkes için heyecan verici oluyor.

Burada ise birbirini takip eden soruların cevaplarını okumak istemiyor. Okur, söyleşiyi yapan kimsenin müzisyene dair kendisinden daha fazla bilgisinin olmasını bekliyor ya da hiç bilmediği herhangi bir şeyin ortaya çıkacağı bir sonucu arıyor. Mesela ABD’li gazeteci Ed Bradley’in Michael Jackson‘la 2003 yılında yaptığı ve Jackson’ın ‘pedofili’ iddialarına cevap verdiği mülakatı. Kamuoyu yıllardır el üstünde tuttuğu, şarkılarıyla, kendi hikayesiyle çok şey paylaştığı ve daha birçok müzisyenin üretiminde ilham olacak bir yıldızın geleceğini tartışır. Cevabı her neyse Jackson’ı ya aklayacak ya da yerin dibine sokacak söyleşi budur. Fazıl Say’ın 1996 yılında TRT 2 kanalına konser arasında verdiği mülakatın samimiyeti bambaşkadır. İlk yarısını bitirdiği konserin arasında koşa koşa, kan-ter içerisinde yayına gelir ve sunucunun sorularını yanıtlar.

Bu mülakat önemlidir çünkü 26 yaşındaki Say’ı, bugün de mukayese etme olanağı verir. Müzik söyleşiciliği ya da adına müzik gazeteciliği de diyebilirsiniz, önemlidir çünkü müzisyenler gibi fikir insanlarının kamuoyuna düşüncelerini sunabildikleri, konserleriyle beraber yegane alandır. Söz bulur, fikir tartışılır. Gazeteci de, kamuoyunda fikrin tartışılabileceği noktasında önayak olur. Nitekim o yıllarda devleti ve yöneticileri devlet kanalında eleştirmenin de tadına varırız. Müzik, hayal kurma ve ezgilerin arasında salınma eylemidir. Hayalin kendisi ise soruları ve merakları beraberinde getirir. Müzikten, idol müzisyenlerden ve yeni başlayan müzisyenlerden cevaplar almak ise tarihe not düşmektir. Ortak merakların arasında kendi aradığın cevabı bulmaktır. Sorularsa müziğe gizliden gizliye yön verir. Sorularımız bol, cevaplar hayallerimizin devamı olsun!

Published On: 1 Nisan 2019Categories: AraştırmaTags: , ,