Zeynep TOKER
zeynep.toker@yellowbos.com

Rock klasiklerinden sinema müziklerine, Coldplay’den Muse’a, Vivaldi’den Queen’e uzanan zengin repertuarlarıyla klasik müzik geleneğini çağdaş yorumlarla buluşturan 40 Fingers, 22 Kasım’da İstanbul’da ilk kez sahne almaya hazırlanıyor. Sahnedeki çok sesli uyumları, duygusal hikaye anlatıcılıkları ve teknik incelikleriyle sadece bir enstrümantal grup değil, bambaşka bir müzikal deneyim sunuyorlar.

Konser öncesi gerçekleştirdiğimiz bu özel röportajda grubun yeni single’ı Starlight‘ın yaratım sürecinden, sahnedeki iletişim dillerine, dijital çağda enstrümantal müzik üretmenin zorluklarından Türkiye’deki ilk konserin heyecanına kadar pek çok konuyu konuştuk.

Rock klasiklerinden sinema müziklerine, klasik eserlerden çağdaş hit’lere kadar uzanan repertuarınız, sadece teknik değil anlatısal bir bütünlük de taşıyor. Sizce 40 Fingers’ı geleneksel cover gruplarından ayıran temel fark nedir? Hikaye anlatıcılığı müziğinizde nasıl bir yer tutuyor?

Kendimizi hiçbir zaman bir “cover grubu” olarak görmedik. Bir şarkıyı seçmemizin nedeni, onun bizde duygusal, müzikal ya da görsel olarak bir hikaye uyandırması. Dört gitarla bu şarkıları yeniden hayal ediyoruz, notalarını değil özünü aktarmaya çalışıyoruz. Hikaye anlatıcılığı bizim için çok önemli. Her düzenleme, kelimesiz kısa bir film gibi. Bu yüzden film müziklerini düzenlemeyi de çok seviyoruz çünkü bu melodiler o kadar güçlü ki içimizde anında hikayeler, duygular ve anılar uyandırıyor. Amacımız, dinleyicinin tanıdık bir duyguyu tamamen yeni bir biçimde hissetmesini sağlamak.

Yeni single’ınız Starlight, hem melodik yapısı hem de duygusal yoğunluğuyla grubun yeni bir evreye geçtiğini hissettiriyor. Bu parçanın yaratım süreci nasıl gelişti? 40 Fingers içinde içgüdüsel ilham ve teknik düzenleme nasıl bir dengeyle çalışıyor?

Starlight çok doğal bir şekilde doğdu. Orijinal Muse şarkısının enerjisini korumak istedik ama onu daha samimi ve sinematik bir tonda yeniden yorumladık. Enrico ilk düzenleme fikirleriyle geldi, ardından hep birlikte üzerine katmanlar, dokular ve dinamikler ekledik. En çok sevdiğimiz şey ise yarattığı tezat. Bir rock şarkısının gücünü, melodiyi taşıyan klasik gitarın duygusal ve zarif sesiyle sunmak. Bu sayede şarkıyı tamamen farklı bir ışık altında yeniden keşfedebiliyor, derinliğini ve güzelliğini başka bir biçimde takdir edebiliyorsunuz. Bizim yaratım sürecimiz hep içgüdüsel olarak başlar. Bir melodi bizi etkiliyorsa, peşinden gideriz. Teknik kısmı sonra gelir, sahnede dört gitarla bu duyguyu doğru şekilde aktarabilmek için.

Sahnede dört gitarla çok sesli bir bütünlük yaratmak kolay değil. Aranızdaki müzikal iletişim sahnede nasıl bir forma dönüşüyor? Özellikle son Avrupa turnesinde bu dinamiğin canlı performanslara yansıması sizce nasıl bir evrim geçirdi?

Dört gitarın sahnede uyum içinde çalmasını sağlamak gerçekten kolay değil. Düzenleme üzerinde çok çalışmanız, her gitar için alan yaratmanız ve aynı anda herkesin öne çıkmaya çalışmaması gerekiyor. “Az, çoktur” derler ya biz de her şeyi eklemek yerine gereksiz olanı çıkarmaya çalışıyoruz: Her notada denge, dinamik ve berraklık bulmak önemli.

Birlikte bu kadar çok konser verdikten sonra aramızda söze gerek kalmayan bir dil gelişti. Bazen bir bakış, bir gülümseme, hatta bir nefes bile tempodaki ya da dinamikteki değişimi işaret edebiliyor. Sahnede sürekli birbirimizi dinliyoruz, gerekirse geri çekiliyoruz, gerektiğinde enerjiyi yükseltiyoruz. Turneler bu kimyayı farklı düzeylerde büyütüyor. Birlikte geçirilen zaman sadece müzikal değil, duygusal anlamda da birbirinizi daha iyi tanımanızı sağlıyor. Güzel anları da zor anları da paylaşıyorsunuz ve bu, sahnede büyük bir bağa dönüşüyor. Tüm o enerji, duygu ve bağ konser sırasında patlıyor adeta. Her gece, dört arkadaş ve seyirciler arasında geçen canlı, kendine has bir sohbet gibi. Hiçbiri diğerine benzemiyor.

22 Kasım İstanbul konseri grubun Türkiye’deki ilk sahnesi olacak. Türkiye’deki müzikseverlerle ilk buluşma için sizde nasıl bir heyecan var? Bu konser için özel bir repertuar seçimi ya da sürpriz hazırlığınız var mı?

Çok heyecanlıyız. Bir ülkeye ilk kez gitmek her zaman özel bir şey. Yıllardır Türkiye’den çok sayıda mesaj alıyorduk, bu yüzden nihayet oradaki dinleyicilerle buluşmak bizim için gecikmiş ama çok kıymetli bir an olacak. Hem klasiklerimizden hem de yeni düzenlemelerimizden oluşan, bizi en iyi yansıtan bir setlist hazırlıyoruz. Evet, birkaç sürprizimiz de olacaK ama ne olduklarını öğrenmek için konsere gelmeniz gerekiyor! (gülüyor)nTek umudumuz seyircinin sıcak, enerjik ve eğlenmeye hazır olması. O anı birlikte paylaşmak için sabırsızlanıyoruz.

Spotify, YouTube, TikTok gibi platformlarda milyonlara ulaşmak, özellikle enstrümantal müzik yapan gruplar için çift yönlü bir meydan okuma. Bu dijital çağda müziğinizle geniş kitlelere ulaşırken neyi korumaya, neyi dönüştürmeye çalışıyorsunuz?

Korumamız gereken en önemli şey samimiyet. Dünya ne kadar hızlansa da müziğin hâlâ dürüstlüğe ve ruha ihtiyacı var. Teknoloji sayesinde artık insanlara ulaşmak çok kolaylaştı ve bu gerçekten inanılmaz. Hele bizim gibi enstrümantal bir proje için sosyal medya vazgeçilmez. Ama burada dikkat edilmesi gereken şey şu: Farklı olmak için çaba harcamak yerine, gerçekten kendin olmak.

Online gördüklerimiz bazen insanı etkiliyor… “şunu yapmalıyım, bunu denemeliyim” gibi fikirler geliyor. Ama biz ne zaman sadece insanları etkilemek için bir şey yaptıysak, içimize sinmedi ve beklediğimiz etkiyi yaratmadı. Ne zaman kendimiz olduysak, o zaman gerçek bağ kurabildik. Değişen şey ise iletişim biçimi. Artık sadece müzik yapmak yetmiyor; ses kaydı, video düzenleme, sosyal medya yönetimi gibi pek çok alanda hızlı olmak gerekiyor. Bu her müzisyene göre değil, ama imkanlar harika. Bugün dünyayı turlayabiliyoruz çünkü iletişim yolları değişti. Bunu bir sanatın parçası olarak kabul ettiğinizde yol açılıyor.

Klasik müzik temeli olan müzisyenler olarak, bugünün hızlı tüketilen müzik ortamında üretim yaparken nasıl bir adaptasyon süreci yaşadınız? 40 Fingers olarak sizce müziğin özüyle bugünün dijital kültürü nerede buluşuyor, nerede ayrışıyor?

Klasik geçmişimiz bize sabrı, disiplini ve sese duyulan saygıyı öğretti. Dijital dünya ise bunun tam tersini talep ediyor. Hız, anlık tepki, sürekli güncelleme. Biz bu iki dünya arasında yaşamaya çalışıyoruz. Müzikteki duygu, güzellik ve bağ hâlâ çevrimiçinde de var ama insanlar gerçekten dinlediğinde. Sorun şu ki, bu derinlik, görünürlük arayışı içinde kaybolabiliyor. Bizim görevimiz bu özü, o 30 saniyelik kliplerde bile yaşatmak.

Son olarak, Back on Stage okurlarına ve dinleyicilerinize neler söylemek istersiniz?

İstanbul’da sizinle buluşmak için sabırsızlanıyoruz! Müziğe olan sevginizi ve enerjinizi çok duyduk. Kalbimizi, gitarlarımızı ve tutkuyla dolu bir konseri getireceğiz. Görüşmek üzere! Bu gece unutulmaz olacak.