Ece ULUSUM
Espresso’nun retro cazibesinden, Rolling Stone kapağındaki 90’lar dönemi Playboy yankılarına, Britney Spears kliplerindeki sakız kokusundan o gizemli nargileye… Sabrina Carpenter’ın Short n’ Sweet dönemi, Y2K nostaljisini nasıl kendi post-feminist manifestosuna dönüştürüyor? Derin bir soluk alın, uzun bir yazı olacak.
Her sezon yeni bir yüz, yeni bir ses, yeni bir estetik parlatılır ve kitlelerin önüne atılır. Çoğu, bir sonraki trend dalgası geldiğinde unutulup gider. TikTok trendleri, Spotify listeleri ve Instagram reel’larının sonsuz döngüsünde kaybolur. Ama bazen, o fabrikadan çıkanlardan biri, kendisine biçilen rolü reddeder, senaryoyu baştan yazar ve sadece anın parlayan yıldızı olmakla kalmaz, kendi galaksisini yaratır. Şu anda, o kişi 1.65’lik boyu ve devasa platform topuklarıyla Sabrina Carpenter!!!
Fakat Ağustos’ta çıkacak 12 şarkılık Man’s Best Friend albümünün habercisi olan Manchild teklisi, bu teklinin yarattığı sarsıcı görsel dünya ve Rolling Stone kapağıyla Carpenter, sadece bir “It Girl” olmadığını, aynı zamanda pop müziği bir sosyal eleştiri silahı olarak kullanan bir kışkırtıcı olduğunu kanıtlıyor.
“That’s that me, espresso” dizesi, sadece bir şarkı sözü değil bir beyan, bir kimlik ilanı, neredeyse bir taç giyme töreni yeminiydi. Short n’ Sweet ile kapak görseli, 90’lar estetiğiyle bezenmiş video klipleri, provokatif dergi kapakları ve Britney, Christina Aguilera ve Paris Hilton çağrışımlı paparazzi estetiğiyle bu tacı kimseye bırakmayacağını, hatta o tacı kendi kurallarına göre yeniden tasarladığını ilan etti. Peki bu noktaya nasıl gelindi ve bu milenyum sonu nostaljisi bize ne anlatıyor?
Disney Koridorları, Taylor Swift Etkisi ve Pop Formülleri
Her pop yıldızının bir başlangıç hikayesi vardır ve Carpenter’ınki en klasik olanlarından: Disney. Girl Meets World dizisindeki Maya Hart rolüyle Z kuşağının hafızasına kazındı. Bu, ona devasa bir ilk hayran kitlesi ve tanınırlık sağladı. Hollywood Records ile imzaladığı anlaşma ise onu Miley Cyrus, Selena Gomez, Demi Lovato gibi ex-Disney mezunlarının yürüdüğü o meşhur yola soktu.
Eyes Wide Open (2015) ve Evolution (2016) gibi ilk albümleri, yetenekli bir genç kadının iyi üretilmiş ama kimlik arayışındaki pop şarkılarını içeriyordu. O dönemki Sabrina, o zaman anıldığı şekliyle radio-friendly, zararsız ve endüstrinin beklentilerine harfiyen uyan bir pop prensesiydi. Şarkıları radyoda çalıyor, hayranları konserleri dolduruyordu ama ortada kültürel bir an yoktu. Henüz kendi sesini bulamamıştı daha çok, pop müziğin ondan ne olmasını istediğini seslendiriyordu. Adeta bir Taylor Swift çıraklığıydı. İtiraf şarkıları, biraz kalp kırığı, bolca stüdyo parıltısı. Bu dönem, onun için bir okuldu. Sahne hakimiyetini, stüdyo disiplinini ve endüstrinin acımasız dinamiklerini öğrendiği uzun bir çıraklık dönemi de diyebiliriz.
Pop Kültürünün Vaftizi
Tarih Ocak 2021. Olivia Rodrigo, drivers license adlı, gezegeni kasıp kavuran o parçayı yayınladı. Şarkı sadece bir kalp kırıklığı hikayesi değil, aynı zamanda pop kültürünün en sevdiği şeylerden birini sundu: Gen Z versiyonu bir Britney-Justin-Cameron aşk üçgeni dedikodusu. Rodrigo’nun eski sevgilisi Joshua Bassett ve onun yeni sevgilisi olduğu söylenen ‘o sarışın kız’ Sabrina Carpenter, bir anda dünyanın en büyük müzik dramasının başrol oyuncuları oldular.
Bu, aslında Carpenter’ın kariyeri için bir felaket olabilirdi. Milyonlarca insan onu bir şarkı üzerinden “yuva yıkan kadın” olarak kodladı. Sosyal medya linçleri, TikTok mizahı, fan kavgaları… Ancak pop kültürünün acımasız ringinde, bazen en sert yumruklar sizi daha güçlü yapar. Carpenter’ın yanıtı, kariyerinin ilk gerçek dönüm noktası oldu. Önce, doğrudan bir cevap gibi duran Skin şarkısını çıkardı. “If I was you, I’d wanna be me too” tonunda, hafif pasif agresif bir meydan okuma. Şarkı eleştirmenlerden bu şarkı için karışık yorumlar alsa da Sabrina’ya kendi hikayesini anlatabildi.
Asıl devrim ise 2022’de çıkardığı Emails I Can’t Send albümüyle geldi. Bu albüm, Disney prensesi imajının tabutuna çakılan son çiviydi. Carpenter, artık formüllere uymaya çalışmıyordu. Aldatılmanın, kamuoyu önünde yargılanmanın ve 20’li yaşların karmaşasının getirdiği tüm o öfkeyi, kırılganlığı ve ironiyi müziğine döktü bana kalırsa. because i liked a boy gibi şarkılarda yaşadıklarını dürüstçe anlatırken, Nonsense gibi parçalarda ise bugün onun imzası haline gelecek olan o zeki, esprili ve biraz da arsız dilin ilk sinyallerini verdi. Emails I Can’t Send, onu bir dedikodu malzemesi olmaktan çıkarıp, kendi anlatısının sahibi olan bir sanatçıya dönüştürdü.
Eras Tour Sahnesiyle Swift Desteği
Eğer drivers license draması onun pop kültüründeki vaftizi ise, Taylor Swift’in The Eras Tour’unun açılış sanatçısı olmak da onun kutsanmasıydı. Son on yılın en büyük ve en önemli turnesi. En çok bilet satışı yapılan yetmeyi bir de sinemada gösterime giren bir turneden söz ediyoruz… Orada sahne almak, Z kuşağı pop kraliçeliğinin resmen onaylanması, kimi zaman acımasız eleştiriler yapan Switie’lerin de karşısında alkışlanması bugünün sinyallerini vermişti.
Carpenter sadece şarkılarını söylemekle kalmadı, zamanla bir fenomen yarattı. Nonsense şarkısının sonundaki doğaçlama outro’lar en çok konuşulan yerlerden biri olmuştu. Doğaçlama konusu pop müzisyenlerde pek olmadığından farklı da gelmişti. Her şehirde, o şehre özel, genelde biraz müstehcen, şakalı sözler yazarak şarkıyı bitirmesi, bir anda TikTok ve Twitter’da virale dönüştü. Bu küçük bir dokunuş ama yeni jenerasyonu tavlayan outro’lar, karakterini sergiledi, hayranlarla bağ kurdu ve parayla satın alınamayacak bir organik reklam kampanyasına dönüştü. Pop yıldızlarının imajını dijitalde en iyi yönetebilen jenerasyon olduğunun canlı kanıtıydı. Tiktok’unu takip edenler aramızdaysa, içeriklerinin anında trend’e girdiğini benden daha iyi biliyorlardır.
Espresso ile Taç Giyme Töreni
Ve sonra Espresso geldi. Bu, onun müzik sahnesinde artık bir ana karakter rolünün ilan edildiği andı. Klipteki minik etekler, vintage arabalar, Brigitte Bardot bakan kirpikler hepsi 90’lar vibe’ındaydı. Amy Allen, Steph Jones ve Julian Bunetta gibi pop müziğin gizli kahramanlarıyla birlikte yazılan şarkının prodüksiyonu da yine Bunetta’ya ait. Nakaratı modern pop müziğin altın kuralını harfiyen uyguluyor. Basit, tekrar edilebilir ve dilinize dolanacak kadar bulaşıcı.
Tam da Coachella Festivali’ndeki sahnesinin hemen öncesinde yayınlanan şarkı, adeta bir pop müzik kehaneti gibi, o andan itibaren her yere yayılacağının sinyallerini verdi. Ve öyle de oldu. Çok kısa sürede Billboard Hot 100’de 3 numaraya kadar yükseldi, 20’den fazla ülkede zirveye yerleşti. Elbette Türkiye’de de bu kahve kokusuna kapıldı ve anında her yerde duymaya başladık. TikTok’taki viral danslardan, radyo listelerinin zirvesine, plaj partilerinden, moda haftalarının podyum arkalarına kadar her yerde Espresso vardı. Şarkının farklı versiyonlarının (double shot, on vacation, decaf, mochapella) yayınlanması da bu kültürel hakimiyetini perçinledi. Şarkı Spotify’da hala çok dinlenen şarkılarda 1 numara. Bu yazıyı yazarken YouTube’da klip ve lirik videosunun izlenme sayısı 480 milyonun üzerinde.
Ama anlaşılan bu sadece başlangıçmış! Please Please Please ve albümün genel estetiği, bu ana karakterin köklerinin 90’ların sonu ve 2000’lerin başı pop kültüründe ne kadar derinde olduğunu gösterdi. Bu bir taklit değil aslında bu, o dönemin estetiğini alıp bugünün ironi yüklü internet mizahıyla harmanlama bir zaman yolculuğu. Geçen yıldan bugüne hem müzik hem de modada 90’lar ve Y2K tarzı gittikçe daha net hissediliyor.
Ve tam herkes Sabrina’nın bu ‘eğlenceli ve seksi yaz kızı’ rolünü benimsediğini düşünürken, o, Manchild ile masayı devirdi. Rolling Stone kapağının ve tüm o 90’lar estetiğinin ardındaki asıl niyetin ne olduğu, bu şarkıyla ortaya çıktı. Bu, bir imaj değişikliği değil, bir çeşit ifşaydı.
Manchild, Espresso’nun disko-funk’ından epeyce uzakta. Şarkı, 90’ların ortasındaki alternatif rock sahnesine, özellikle de kadın vokalli gruplara bir aşk mektubu gibi. The Cardigans’ın tatlı melodik yapısını, Veruca Salt veya Letters to Cleo’nun o kirli, fuzzy gitar tonlarıyla birleştirdiğinizi düşünün. Şarkının temelini oluşturan o basit ama distorsiyonlu gitar rifi, dinleyiciyi anında o döneme götürüyor. Ancak bu nostaljik sound’un üzerine Carpenter’ın neredeyse çocuksu, tatlı vokali biniyor. İşte bu zıtlık, şarkının dehasını oluşturuyor. Kulağa bir ‘bubblegum’ pop şarkısı gibi gelen bu yapı, sözlerin acımasızlığını daha da vurucu kılan, adeta şekerle kaplanmış bir zehir görevi görüyor. Manchild, modern ilişkilerdeki toksik erkeklik ve duygusal olgunlaşmamışlık üzerine yazılmış keskin bir hiciv. Carpenter, bu eleştiriyi öfkeli bir feminist marş gibi değil, sanki bir çocuğa masal anlatır gibi, gülümseyerek yapıyor. Bu tavır, eleştiriyi çok daha rahatsız edici ve etkili kılıyor. Klibi de hikayeye birebir uyuyor.
Man’s Best Friend’in yayınlanan biraz fetiş hissi veren albüm kapağı da epey konuşuldu. Haber ve eleştiri okumalarından çıkardığım notlar şöyle:
1-“Erkeğin en iyi dostu” bir köpektir. Bu, sadakati, koşulsuz sevgiyi ve itaatkarlığı çağrıştırıyor. Carpenter, erkeklerin kadınlardan beklediği bu ‘evcil hayvan’ rolüyle mi dalga geçiyor?
2- Yoksa Manchild şarkısındaki gibi duygusal olarak gelişmemiş erkeğin kendisinin bir evcil hayvan basitliğinde olduğunu mu ima ediyor?
3- Ya da en güçlüsü, bu deyişi tamamen geri alıp, bir erkeğe bağlı kalmaktansa, bir kadının en iyi dostunun aslında kendisi olabileceğini gösteren bir ters köşeye hazırlanıyor.
Siz ne dersiniz?
Rolling Stone Kapağındaki Playboy Yankısı
Rolling Stone kapağı, Man’s Best Friend albümünün bu retro-modern çizgisini simgeliyor. Bir yanda Manchild klibindeki şakacı, hafif kışkırtıcı tavır diğer yanda Sabrina’nın kariyeri boyunca inşa ettiği kendini ciddiye almayan ama zekasını gizlemeyen persona.
Bu kapakta bir Playboy pozu kadar feminen, bir Rolling Stone başyazısı kadar politik. Sabrina, yıllarca kadın pop yıldızlarına yapıştırılan ‘masum-femme fatale’ ikilemiyle resmen oynuyor ve o rolü yeniden tanımlıyor.
Ve o meşhur nargile? Evet, o da bu evrenin parçası. Kliplerde ya da çekimlerde karşımıza çıkan bu sembol… 2000’lerin hip hop kliplerinden ödünç alınan bir hedonizm detayı olarak da yorumlanabilir. Ama aslında kapak bir yem. Bana kalırsa tembel, keyfine düşkün, sorumluluktan kaçan ‘manchild’ dünyası birebir anlatan bir aksesuar.
Pop Kraliçesi mi, It Girl mü, Yoksa Bir Zaman Yolcusu mu?
Bu yeni ve sarsıcı bilgiler ışığında, Sabrina Carpenter’ı sadece bir pop kraliçesi olarak tanımlamak eksik kalır. O şu anda pop müziğin zeki pazarlamalar inşa eden ve şarkılarında cüretkar sosyal eleştiriler yapan birine dönüşmüş durumda. Tıpkı Lana Del Rey’in Amerikan Rüyası mitini melankolik şarkılarıyla yıkması gibi, Carpenter da 2020’lerin flört kültürünü ve toksik erkeklik kalıplarını hedef alıyor.
Bunu yaparken de ticari bir deha sergiliyor. Önce Espresso gibi karşı konulmaz derecede lezzetli bir pop şekeriyle tüm dünyayı kendine çekiyor, ardından Manchild gibi keskin bir eleştiriyle dinleyiciyi sarsıyor. Man’s Best Friend, sadece yılın en çok beklenen albümlerinden biri. Ama global bir konu olan toksik aşk ilişkilerini ele alması ve yalnızlık övgülerinin her geçen gün arttığı günümüzde bu neslin manifestosu olmaya aday. Sabrina’yı da tüm bunları alt alta koyunca pop dünyasını hack’leyen bir küratör olarak tanımlasak yanlış olmaz.