Hakan VAROL
İstanbul’da kültür sanat mekanları artık sadece konser ya da tiyatro salonlarıyla sınırlı değil. Şehre her geçen gün farklı hayalleri ve hedefleri olan, hayali peşinde koşan insanlar ilginç mekanlar açıyor. Ben ve kardeşim Özlem Varol da böyle bir işin içine girdik. Başta kendi hikayemi anlatacaktım ancak bu işin en başından beri içinde olan Özlem’in anlatması çok daha iyi olacak diye düşündüm. Zira usta olan odur… Masabaşı Atölye, sinema atölyeleri, kişisel gelişim ve müzik üzerine çalışmalar da yapıyor. Atölyenin kurucusu Özlem Varol’dan dinleyin detayları…
- Masabaşı Atölye nasıl bir yer?
Masabaşı Atölye’yi oluştururken, atölyemize gelen herkesin mutlu ve eğlenerek ayrılmasını hedefledik ve dedik ki “Masabaşı hiç bu kadar eğlenceli olmamıştı.” Eğitim sistemimiz biliyorsunuz pek eğlenceli değildir ama artık biliyoruz ki eğlenerek öğrendiğimiz her şey hem akılda kalıcı oluyor hem de çok daha iyi işler çıkarmamızı sağlıyor. Masabaşı’nın her daim, benim workshop’larımın dışında da farklı atölyelerle yaşayan bir mekan olması, kişilerin uzun uzun zaman geçirip tekrar gelmelerini sağlamak prensibimiz oldu. Farklı fikir alışverişleriyle zenginleşiyoruz.
Masabaşı Atölye’nin kitlesi nasıl?
Çok farklı kimlikte öğrencilerimiz var ama kapıdan içeri girdikleri andan itibaren sanatın birleştirici gücüyle masada bir oluyoruz. Tabii psikolojisi bozuk, ilaç kullanan ya da topluluğa giremeyen kişiler üzerinde de benim çok uzun yıllar meditasyon yapmamın etkisiyle, profesyonel bir yaklaşımla ayrı bir bağ kuruyorum. Birbirini daha önce görmemiş ve eline hiç fırça almamış bir grubun aynı masada ahenkle çalışmalarını, iyi işler çıkarmalarını ve mutlu ayrılmalarını sağlamak benim uzun yıllardır atölye çalışması yapmamın sonucu.
Atölyenizde verilen birçok alan için insanlar üniversite okuyor. Derslerden söz edin biraz lütfen…
Şu anda her yerde lise kadar çok üniversite var ve maalesef verilen eğitimler artık öğrencilere yeterli gelmiyor. Ben çiniyi üniversitede nasıl öğrendiysem öyle öğretiyorum. Atölyeye gelen her kişiyle birebir ilgileniyorum, bu ilgi öğrencilerimin o kadar çok hoşuna gidiyor ki kendilerine güvenleri geliyor. Bu sayede daha önce eline hiç fırça almamış kişiler bile atölyeden ayrılırken ellerinde bitmiş bir ürün ile ayrılıyorlar.
Aslında hepimizin içinde bilgi ve yetenek var. Sadece açığa çıkarmayı bilmek gerek. Kişiler bazen kendine inanamıyor, “Bunu ben mi yaptım?” diyor, bu hayatta en sevdiğim anlardan biri.
Çini eğitmenisiniz ancak çiniye farklı bir yorum getirdiniz. İspanyol tarzı çini çalışmaları yapıyorsunuz.
Üniversitede klasik çini eğitimi aldım. Uzun yıllar klasik çini eğitmenliği yaptım. Klasik çininin apayrı bir ruhu ve tasavvufu var.
21. yüzyılda her şey bu kadar hızlıyken gördüm ki çininin ruhundan çok uzaklaşmışız. Biraz ezberi bozmak istedim. Farklı bir yolla insanlara çiniyi sevdirmeliydim. İspanyol tarzı dediğimiz zıtlıkların uyumu, karmaşanın bütünlüğü, çok fazla renk kullanımı ve aklımıza gelen, kendimizin yarattığı desenlerle çiniyi günlük hayatta kullanılabilir hale getirdim. Artık çini duvarlarımızdan mutfaklarımıza inmiş oldu.
Masaya koyduğunuz çini tabakları evet harika ama masa örtüsü, runner, kırlent, peçeteler de uyumlu olmalı. Hayatımızda kullandığımız her şey bizi yansıtıyor.
Herkes İstanbul’dan Ege kasabalarına rota verirken siz tersine göç gerçekleştirdiniz. Çılgın mısınız?
Bence çılgın demeyelim de artık kabına sığamadı diyebiliriz. İstanbul’da böylesi bir atölye kurup çok daha fazla kişiye çiniyi sevdirmek ve atölyeye gelen kişilerin gözlerinde ki heyecanlarını görmek bana iyi ki gelmişim dedirtiyor. Biliyoruz ki bilgimizi paylaştıkça büyüyoruz, çoğalıyoruz. İstanbul benim için şu an bir lunapark, çok eğlenceli, heyecanlı ve tutkulu… Tadını çıkarıyorum.
Konsept atölyeleriniz popüler, bunlardan biraz bahseder misiniz?
Bu konsept projeler kardeşimin fikri. Hakan’ın televizyoncu bakış açısı daima fark yaratıyor, çılgın konseptler buluyor. Ben her hafta merakla bekliyorum, acaba bu hafta ne boyayacağız diye. Sosyal medyada soruyorlar, “Bu haftanın konsepti ne?” diye.
İnsanlara çini yapması için birkaç neden söyleyin. Bir de ustalar ne kadar erkek olsa da daha çok kadınlara özgü bir sanat mı?
Çiniyi yaparken tamamen bu sanatın derinliklerine dalıyoruz ve kendimizi dışarıdan gelen tüm seslere kapatıyoruz. Açıkçası çini sanatının ruhunu genç yaşlarda kavramak güç. Yaş aldıkça sabrı, alçakgönüllü olmayı ve en önemlisi de teslimiyeti öğreniyoruz. Fırına ürünleri bıraktığınız andan itibaren artık sizin yapabileceğiniz hiçbir şey yok. İşte teslimiyet tam bu noktada devreye giriyor. Her ne kadar çini ustaları çoğunluğu erkek olsa aslında çininin bir cinsiyeti yok. Çininin çok zarif bir ruhu var. Ve bu ince ruh cinsiyet gözetmiyor.