Back on Stage Sinema Kulübü
İskoçya’nın kasvetli bodrumuna sürgün edilen lanetli bir dedektif… The Queen’s Gambit’in yaratıcısı Scott Frank, Danimarka’nın çok satan polisiyesini alıp Matthew Goode’a emanet ediyor. Sonuç, karakter derinliği ve atmosferiyle öne çıkan, ancak temposuyla bazılarını yorabilecek birinci sınıf bir suç draması. Peki bu kadar tanıdık bir formül, 2025 yılında hala heyecanlandırmayı başarabilir mi?
Bir aktör için belirli bir role ‘cuk’ oturan bir yüze sahip olmak ne kadar sinir bozucu olmalı. En azından iyi aktörler için. Matthew Goode, son 20 yıldır neredeyse tüm dönem dramalarında karşımıza çıkan o modern aristokrat yüze sahip olmanın hem lütfunu hem de lanetini yaşamış bir isim. Brideshead Revisited’den ‘Downton Abbey’e, oradan The Crown’a uzanan bu yolculukta ne kadar sabrının zorlandığını, Netflix’in yeni psikolojik gerilimi Dept. Q’daki çağdaş ve kusurlu dedektif rolüne dört elle sarılmasından anlıyoruz. Goode, bu rolle adeta zincirlerini kırıyor ve biz de bu anın tadını çıkarıyoruz.
Bodruma Sürgün Edilen Karizma
Dept. Q, Danimarkalı polisiye yazarı Jussi Adler-Olsen’in çok satan serisinden, The Queen’s Gambit ile rüştünü ispatlamış Scott Frank tarafından uyarlandı. Goode, işinde dahi ama bir insan ve meslektaş olarak tam bir felaket olan dedektif Carl Morck rolünde. Bitmek bilmeyen kibri genç bir üniformalı memurun ölümüne, kendi ortağının ise felç kalmasına neden olunca, yaralandığında uzun süreli izne ayrılır. Edinburgh polis teşkilatına istenmeyen adam olarak geri döndüğünde ise onu yeni bir görev beklemektedir: Q Departmanı. Kağıt üzerinde faili meçhul dosyaları aydınlatmak için kurulmuş bu yeni birim, aslında Morck’u gözden uzak tutmak için tasarlanmış bir sürgün yeri. Bu sapmayan klişe istenmeyen departman her zaman olduğu gibi karakolun nemli, kirli ve kokan bodrum katı. Bu görev ve alan, teşkilatın Morck’a artık istenmiyorsun deme şekli.
Matthew Goode’un canlandırdığı Morck, o bildiğimiz huysuz ama zeki dedektif tiplemesinin en rafine örneklerinden biri. Sakallı, zayıflamış ve geçmişin hayaletleriyle boğuşan bu adam, dizinin karanlıkta parlayan merkezi. Ancak bazı eleştirmenlerin de dediği gibi Goode’un doğuştan gelen karizması ve estetik duruşu, karakterin gerçekten nefret edilesi birine dönüşmesini engelliyor. Tiksindirici bir adam olmaktan çok, acı çekmeyi kendine yakıştıran, trajedisiyle bile şık duran bir karakter gibi. Bu durum, bir yandan izleyiciyi karaktere bağlı tutarken, diğer yandan onun o en çiğ, en itici yönlerini biraz törpülüyor.
Kırık Oyuncaklar Departmanı
Morck, bu karanlık bodrumda yavaş yavaş kendi gibi dışlanmışlardan oluşan bir ekip kurar. Çömezlik döneminde yaşadığı bir travma sonrası masa başına mahkum edilmiş, zeki ve hırslı Rose (Leah Byrne), hastane yatağından operasyonları yöneten, felçli ortağı DI James Hardy (Jamie Sives) ve teşkilatta temizlik gibi angarya işler yapan Suriyeli mülteci ve eski polis memuru Akram Salim (Alexej Manvelov). Bu uyumsuz ekip, bize biraz Gary Oldman’ın Slow Horses’taki sürgün casuslarını hatırlatıyor. Karakterlerin her biri kendi travmalarıyla boğuşuyor ve bu durum, onları sadece birer piyon olmaktan çıkarıp, hikayenin kalbini oluşturan katmanlı bireylere dönüştürüyor. Özellikle Morck ile Suriyeli mülteci Akram arasındaki dinamik, dizinin en keyifli anlarını oluşturuyor. Dizinin kadrosu Kelly Macdonald gibi usta bir ismi de Morck’un zorunlu terapisti Dr. Irving rolüyle barındırıyor ve ikilinin sahnelerindeki zeki diyaloglar, dizinin kasvetli atmosferine bir nebze olsun nefes aldırıyor.
İskoçya Kasveti mi, Amerikan Gevezeliği mi?
Scott Frank, Danimarka’dan aldığı bu hikayeyi İskandinav karamsarlığı yerine İskoçya’nın granit ve gotik kasvetiyle yeniden çerçevelemiş. Bu atmosfer yaratımı o kadar başarılı ki Edinburgh’un taş sokakları ve karanlık gökyüzü adeta dizinin karakterlerinden birine dönüşüyor. Ancak Frank, hikayeye bir yandan da Amerikan usulü bir gevezelik katmış. Dizi, bazı izleyiciler için fazla konuşkan olabilir. Karakterler arasındaki atışmalar, esprili diyaloglar ve uzun süren sorgu sahneleri, aksiyonun ve saf dedektiflik anlarının önüne geçebiliyor. Bu durum, özellikle türün daha sessiz ve gözleme dayalı İskandinav örneklerine alışkın olanlar için bir sabır sınavına dönüşebilir. 9 bölümlük sezonun uzunluğu da bu noktada tartışmaya açık, biz tartıştık! Mesela hikaye, belki de 6 bölümde daha sıkı ve etkili bir şekilde anlatılabilirdi.
Dept. Q, bildiğimiz bir polisiye formülünü alıp onu mevcut en kaliteli malzemelerle yeniden pişiren, iyi bir iş. Belki devrim niteliğinde değil ama kendi türünün en iyi örneklerinden biri olmayı başarıyor.