Sevgili Güç Başar Gülle ile Şubat sayımız için bir röportaj gerçekleştirmiş, yerimizin kısıtlı olmasından dolayı yanıtları kısaltmaya çalışmıştık. Sanatçının sözlerini yanlış aktardığımıza dair uyarı almamız ve bizler de durumu telafi etmek adına röportajın tamamını aktarıyoruz. Back on Stage ekibi olarak Güç Başar Gülle’den özür diliyoruz.

İyi okumalar…

Müzik kariyeriniz Osmanlı müziği ile caz müziğinin sentezi ile başladı. Son albümünüzün ise tamamen caz türünde bir albüm olduğunu söyleyebilir miyiz?
Son albümüm caz formunda ama armonik yapısı ortaçağ görsel sanatlar tekniği olan Reverse Perspective(Tersten Perspektif) kurgusu baz alınarak oluşturuldu. Kısaca özetlemek gerekirse Klasik Batı Müziği Rönesans sonrası tek merkezli lineer perspektif üzerine konumlandı. Felsefeden fiziğe, müzikten resme her alan bu anlayışla gelişti. Bu anlayış endüstri devriminden sonra fonksiyonunu yitirmeye başladı ve modern dönemde sadece taklidi bir düzenek olarak kaldı. Günümüzde nerdeyse bütün dünyada insanlar lineer düşünce üzerine kurdukları hapishanelerinde acı çekiyorlar. Yapmak istediğim insanlara başka bir hayat formu olacağını tersten perspektif tekniğini caz armonisiyle buluşturarak göstermekti.

Bir röportajınızda bir müzik türünü yapmak için kültürel kodların bilinmesi gerektiğinden bahsetmiştiniz. Türkiye’de caz, batı klasik müziği gibi türleri yapan müzisyenlerin bu müzik türlerinin kültürel kodlarını özümsediğini düşünüyor musunuz?
Kültürel kodun özümsenmesi demek o kültürde yaşamak ya da sadece o kültürün değerleriyle dünyaya bakmak anlamına gelmez. Eğer siz Mozart’ın eserlerini anlamak istiyorsanız batı müziği uzmanı olmanıza gerek yok. Örneğin Mozart’ın hiç dikkate almadığım bir yaylı dörtlüsü vardı. Bu eseri yazarken karısının hamile olduğu detayını öğrenince bir anda eseri duyma şeklimin değiştiğini fark ettim. Keyif almaya başladım ve anlamlı hale gelmeye başladı. Eğitim aldığım dönemlerde eserlerin analizi sadece eserlerde kullanılan materyalin analizleri ile sınırlı kalırdı. Felsefe, Türk müziği, Caz ve Batı müziği eğitim dönemlerimde eser ile eser sahibi arasındaki ilişkinin boşluğu beni kültürel kodlardan uzak tutuyordu. Kant’tan Mozart’a, Charlie Parker’dan Schoenberg’e, Itri’den Tamburi Cemil Bey’e herkes benim için efsane bir kişilikti. İnsan oldukları bile aklıma gelmiyordu. O yüzden üretimlerindeki kültürel birikimlerinden faydalanmıyordum ve kendimi ifade edebilecek bir dil geliştiremiyordum. Ne zaman bu kodları çözmeye başladım, kendimi ifade etme kalitem arttı. Kanımca bunun Türkiye’de en yaygın ve temel problemimiz olduğunu düşünmekteyim. Anlamlandırmadan efsaneleştirme ve tu kaka reflekslerimiz çok kuvvetli.

Modern Müzik akademisinin direktörlüğünü yürütüyorsunuz. Müzik eğitimi almadan kaliteli müzik yapılabilmek mümkün mü?
Modern Müzik Akademisi’nde hem akademik hem de müzik endüstrisine birçok kişi kazandırsak ta, eğitim asıl hayatta oluyor. Birçok müzisyen pedagojik formasyonu yeterli olmasa da akademik ortama sığınmak zorunda kalıyor. Bu durum eğitimin kalitesini bütün dünyada düşürmekte. Şunu unutmayalım ki; Descartes, Spinoza, Beethoven, Taşköprüzade ve birçok değerli kültür adamı önce söylemek istedikleri şeylere odaklandılar sonra söylenen şeyin hayatlarındaki formlarıyla ilgilendiler. Hayata odaklanmamış hiçbir eğitim kalıcı bir özellik taşımaz. Şu anda eğitim dünyası sadece endüstriye indirgendiği için öğrencilerin hayatla tanışmaları travmatik bir etki yaratmakta. Bu durumun bilincinde olup akademik ortamdan ciddi bir birikim elde edilebilir ama kaliteli bir müzik için zorunlu olduğunu düşünmüyorum.

 

Birbirinden çok farklı müzik türlerini iyi biçimde sentezlemenin gereklilikleri nelerdir?
Modern insanın en büyük çıkmazı ne söylemek istediğini bilmeden bilgiye hücum etmesi. Şu anda o kadar büyük bir kaos var ki, herkes her şeyi biliyor ama kimse ne söylemek istediğini bilmiyor. Dünyada son 20 senedir çok büyük bir trend haline gelen farklı türlerin sentezi durumu böyle bir altyapıdan beslendiği için, hızlı bir şekilde tükenmekte. Olmazsa olmaz önce ne söylemek istediğinize ait bir içsel disiplin sonra yakınlaşmak istediğiniz türün kültürel kodlarına hakimiyet. Berklee de okuduğum dönemde Berklee de öğretim görevlisi David Fiuczynski benden Türk Müziği dersleri almıştı. Türk müziğinin kültürel noktaları umurunda değildi, sadece belli teknikleri öğrenip bunu müzik endüstrisi içinde hızlı bir şekilde kullanmak istiyordu. Anlamlı bir ilişki kurmadan yapılan öğrenim her zaman insanda yük yaratır. David’in gözlerinde bu yükü hep görüyordum ne kadar başarılı olsa da.

Türkiye’de Berklee Müzik Koleji, Sibelius Müzik Akademisi gibi dünya çapında eğitim kalitesiyle isim yapmış bir okulun olmama sebebi nedir?
Batılılaşma süreci ile birlikte en büyük çıkmazımız batıyı anlamadan batılılaşmaya, geçmişimizi anlamadan tarihimizi muhafaza etmeye çalışmak oldu. Arada kalma hali Türkiye’de her kesimde taklidi ve yaşamayan bir bilgi topluluğu meydana getiriyor. Bu bilgi birikimi üzerine kurulan kurumlar günümüz ihtiyaçlarına cevap veremiyor. Günümüz ihtiyacına cevap veremezseniz dünyaya sunacağınız bir şey olamaz. Türkiye’de müzik okullarında hala seksen sene önceki müfredat ile eğitim verilmeye çalışılıyor. Müzik okullarında müzikten nefret eden müzisyenler yetişiyor. Bir okulu değerli kılan mezunlarının üretim kalitesi ve özgünlüğü. Henüz o seviyede değiliz. Bir de o kadar eksiğimize odaklı yaşıyoruz ki var olan değerlerimizi de yok ediyoruz. Örneğin Adnan Saygun’a ait çok iyi bir solfej kitabı vardır. Günümüz ihtiyaçlarına uygun revize edilebilirse çok başarılı olacağına inanıyorum. Ama onun yerine bir asır önceki Fransız kitaplarına bağımlı bir eğitim müfredatımız var. İşlevini yitirmiş bu çalışmalar öğrencileri hayat sevincinden uzaklaştırıyor. Diğer bir kurumsal refleksimiz olumsuz şeyleri dünyanın sonu olumlu şeyleri de mucize gibi görme eğilimimiz. Yapılan şeylerin sonuçlarını sağlıklı değerlendiremezseniz adımlarınızda kopukluk olur ve kurum kendini yenileyemez. Kendi problemlerini çözemeyen topluluklar başkalarına alternatif sunamazlar. O yüzden dünyaya açılmak için kendimizle daha net yüzleşmemiz gerekiyor.

‘KİTABIM YAYIMLANACAK’

Birçok yerde Türk müziği ile ilgili konferanslar ve seminerler verdiniz. Batılı ülkelerdeki müzisyenler Türk müziğine nasıl bakıyor? Türk müziğine oryantalist bir bakış açısı var mı?
Bizim kendi kültürümüzü anlamadığımızı düşünüyorum aslında bizim anlamayla ilgili derin bir problemimiz olduğunu düşünüyorum. Anlamadığımız için anlatamıyoruz. Osmanlı-Türk müziğini İbn Arabi, Sadreddin Konevi, Fahreddin Razi gibi modern öncesi düşünürlerin dünyasını anlamadan anlamanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Akademik bir toplantıda son derece yetkin bir akademisyenin Türk müziğinde çok sesli bir gelişim olmamasının nedeni olarak felsefenin gelişmediğine dair fikri beni hayrete düşürmüştü. Modern öncesi islam entelektüel birikimi ile ilgili çalışma yapanlarında batıyı sağlıklı algılamamasından dolayı bu alan son derece dar bir alana sıkışmış vaziyette. Şöyle bir derin ayrım var Batı medeniyeti görsellik üzerine İslam medeniyeti işitsellik üzerine kuruludur. Bu ayrım hayatıma girdikten sonra Türk müziğini batılının anlayacağı şekilde Batı müziğini Türk insanının anlayacağı bir şekilde anlatabiliyorum. Anlam ve kültürel üretim arasındaki ilişki sağlıklı kurulunca oryantalist bakış açısı kendiliğinden kayboluyor. Bunu yurt dışındaki birçok konuşmamda deneyimledim.

Gelecek projeleriniz neler? Konser takviminiz nasıl?
İngilizce caz armoni kitabım yakında yayınlanacak. Armoni eğitim literatüründe bir ilk oluşturacak bu kitap mantık ilişkilerine ait zorunlu ve yeterli koşul tanımları üstüne kurulu. Kullanılan terminoloji Berklee Müzik Okulu’ndaki içerikle uyumlu olsa da temel armonik ayrımlara dayalı kavramsal ve bağlamsal içerik tamamen farklıdır. Çünkü benim de tecrübe ettiğim gibi kavramsal ve bağlamsal kopukluklar, armoni dünyasına ait temel ve yan unsurların ayrımında ciddi soru işaretleri doğurmuştur. Bu kitapta alternatif bir yaklaşımla bu soru işaretleri aydınlatılmaya çalışıldı. Bu kitabın ve “Reverse Perspective” albümünün tanıtımı için Mart sonu Amerika’da San Francisco, Boston, New York ve Kanada’da Toronto ve Montreal şehirlerinde hem akademik ortamlarda workshop ve konuşmalar hem de oradaki caz müzisyenleri ile ortak konserler olacak.

Röportaj: Barış KARAALİOĞLU