Ece ULUSUM

Genç kadın Litvanya’da terk edilmiş bir nükleer santralde üzerindeki radyasyondan koruyan sarı tulumuyla zar zor adım atıyor, pür dikkat etrafı inceliyor. Elindeki ses kayıt cihazıyla bir şey avlamaya çalışıyormuş gibi görünüyor. Aslında tam da öyle, mekanın sesini yakalamaya çalışıyor. Bu, bilimkurgu filmden bir sahne değil, gerçek… Besteci ve çellist Hildur Guðnadóttir, Chernobyl dizisinin müziklerini o mekanda kaydettiği sesleri kullanarak ortaya çıkardı. Onun müziğindeki sihir, merakı ve cesaretinden geliyor. Altın Küre’de en iyi orijinal müzik dalında tek başına ödüle layık görülen ilk kadın besteci oldu. Geçen ay da Oscar tarihinde üçüncü kez, bir kadın en iyi film müziği dalında aldı. Teşekkür konuşmasında kalbinde müziği hisseden genç, yaşlı tüm kadın müzisyenlerin seslerinin daha çok duyulması gerektiğini ve aldığı ödülün kadın müzisyenlere ilham olmasını istediğini söyledi. Alkış kıyamet… Sosyal medyada paylaşılıyor, takdir ediliyor. Konuşmasının like’ı bol olsa da 2017’de İstanbul’a geldiğinde küçük salonu dolduramayan Guðnadóttir’in hikayesini yazalım istedik. Gerçi bugün yeniden gelse koca salonları doldurur…

 

Bu gönderiyi Instagram’da gör

 

Hildur Guðnadóttir (@hildur_gudnadottir)’in paylaştığı bir gönderi ()

‘ÇELLOYA BAĞLANMAKTA ZORLANDIM’

İzlandalı müzisyen bir röportajında 5 yaşındayken, annesinin ona çello almak için arabasını sattığını ve eğitime başladığını söyleyip devam ediyor, “Klasik bir enstrüman çalmayı öğrendiğinizde zamanınızın çoğunu, size söylendiği gibi ses çıkarmaya çalışarak geçirirsiniz. Bununla gerçekten zor zamanlar geçirdim. Çalmanın ‘doğru bir yolu’ olması benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu. Bu nedenle o yaşlarda çelloya bağlanmakta zorlandım.” Doğaçlama özgürlüğünü keşfeden Guðnadóttir derslerden fırsat buldukça ‘doğruların’ dışına çıktı, çelloyu bir daha bırakmadı. Doğaçlamayı enstrümanla konuşmaya benzetiyor her defasında… O ‘sohbetler’ onun yolunu çizdi. Önce Reykjavík Musik Akademisi’ne girdi, daha sonra İzlanda Sanat Akademisi ve Berlin Universitat der Kunste’de bestecilik ve yeni medya üzerine eğitim aldı. Eleştirmenlerden övgü olan dört solo albüme imza attı: Mount A (2006), Without Sinking (2009), Leyfðu Ljósinu (2012) ve Saman (2014). Uzun aralıklarla albüm çıkarmasının nedenini anlatıyor çellist, “Kendim albümüm için solo bir parça yazdığımda, içinde kaybolana ve oradan bir dünya çıkana kadar çalarım…”

Solo çalışmalarındaki özgün besteleri ve dramatik tınılarıyla dikkat çeken çelliste The Icelandic Symphony Orchestra, Icelandic National Theatre, Tate Modern, The British Film Institute, The Royal Swedish Opera ve Gothenburg National Theatre gibi mühim kurumlar beste siparişleri verdi. Kurumlarla çalışıyorken müzik dünyasında önemli isimlerle de sahne aldı. Birlikte sahne aldığı isimler arasında Skúli Sverrisson, Jóhann Jóhannsson, múm, Angel, Pan Sonic, Hauschka, Wildbirds & Peacedrums, Ryuichi Sakamoto, David Sylvian var. Onu ‘altın heykeller’ diyarına götürense film ve diziler için yaptığı müzikler oldu. Reha Erdem imzalı Jin filminin yanı sıra The Revenant ve Sicario gibi filmlerin müziklerinde de yer aldı. Ama Chernobyl ve Joker için yaptığı besteleriyle dünyanın dört bir yanından dinleyicilerin playlist’ine girdi.

JOKER’E YOL GÖSTEREN PARÇALAR

Kaderini değiştiren Chernobyl dizisinin müzikleri için aslında arkadaşı besteci Jóhann Jóhannsson ile anlaşılmıştı. Jóhannsson hayatını kaybedince, onu ve müziğini tanıyan Hildur Guðnadóttir’a teklif gidiyor. Bu büyük sorumluluğun altından kalkmak için müziğinin dinleyiciye ‘radyasyon korkusunu’ hissettirmesi gerektiğini düşünerek terk edilmiş bir nükleer santralde ses kaydı yaptı. “Neye benzeyeceğini bilmiyordum. Hazine avı gibiydi. Oraya tamamen açık kulaklarla giriyorsunuz ve sadece dinliyorsunuz” diyor Guðnadóttir. Dizinin izleyicileri müziğe kayıtsız kalamadı. Karanlık, rahatsız edici ama kulak vermeden edemediğiniz müzikti ortaya çıkan.

Müziğiyle Çernobil korkusuyla hiç yüzleşmemiş nesli dahi etkileyen Guðnadóttir, Joker müzikleriyle izleyiciyi Arthur’un zihninin karanlık dehlizlerine ansızın itiyor. Filmin yönetmeni Todd Phillips, henüz senaryoyu bitirmemişken müzisyenin kapısını çalıyor. “İyi ki de öyle oldu” diyor Guðnadóttir, keza meşhur banyo sahnesinde Bathroom Dance’ı dinleyince Joaquin Phoenix, senaryoda olmayan bir dans performansı ekliyor. Sette kulaklıkla dolanan Phoenix, Guðnadóttir’in müziklerini dinleyerek karanlık tınılarından ilham alıyor. Phoenix röportajlarında aynı şeyi söylüyor: “Arthur’un Joker’e dönüşmeye başlaması için bir yol bulmakta zorlanıyordum; Bathroom Dance o yoldu.”

‘FİLMLERE ODAKLANMAYACAĞIM’

Şimdi yoğun ilgiyle baş etmek zorunda kaldığı için sıkılıyor. Berlin’deki eski bir fabrika binasından dönüştürülen apartmandaki küçük stüdyosunda müzikle ve ailesiyle vakit geçirmeyi tercih ediyor. “Stüdyomda etrafım müzik aletlerim ve ses keşfetmek için kullandığım deneysel araçlarla dolu; kablolar, lehim havyaları, levhalar” diye anlatıyor çalışma ortamını. Orayı henüz göremedik ama şu görüntü aklımızdan çıkmayacak: Skype’la verdiği videolu bir röportajında küçük oğlunun odasındaki Lego oyuncakların yanında aldığı ilk prestijli ödülü Emmy duruyor. Onun için ödüllerden çok dinleyiciye iç dünyasını doğru yansıtmanın yollarını bulmak daha önemli.

Film müzikleri üzerine kariyerine devam edeceğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. “Filmlere odaklanmayacağım. Bundan gerçekten yoruldum. Şu anda bir çok teklif alıyorum ama zihnimde yer açmam önemli. Çünkü iş beni çok etkiliyor. Müziğim karanlık tarafta olma eğiliminde, o yanımı müzikle yatıştırıyorum” diyor. Şükürler olsun! Keza müzikle içindekileri yansıtıp o kapkaranlık Joker’i ortaya çıkaran birinin bilinçaltındaki karanlığını tahmin etmek güç…