Ercan MERAL
Ve Olaylar Gelişir…
Vapur iskelesinin yanındaki İmge Çay Bahçesi’nde küçük taburelere oturmuş masaya bakıyordu. Bardağının altındaki çay tabağı su doluydu. Merak etti masaya mı dökülecekti, pantolonuna mı? Yoksa az sonra yeri mi boylayacaktı? Uyumsuz düşüncelerin içinde kendini ona benzetti. Onun gibi akıbeti belli değildi. En az bir aydır yıkanmamış kırmızı beyaz çizgili masa örtüsü gönüllü oldu. Bardağı kaldırıp altlıktaki suyu alıp masaya döktü. Pazar günü haldeki arkadaşlarıyla gideceği mangal partisi dönüşü motosiklet kazasında bacağı kırılacak Kastamonulu garson, masanın başında ona ters bir bakış attı. “Yere dök abi niye masaya döküyorsun? Çayı içmeye kaldırdığımda bacağıma da dökülebilirdi” dedi. Kastamonulu bardağı alıp içinden “Yavşak” derken o bir çay daha istedi. Çayın soğuk ve geç geleceğini anladığı an düşündü; acaba kaç kişiyi daha böyle sinirlendirmişti durduk yere?
Bunu yaşattığı insanların kaçıyla görüşüyordu, görüşmediklerine ne olmuştu? “Al abi afiyet olsun” sesiyle irkildi 30 saniye sonra. Çok vakti yoktu aslında, çay çok sıcak ve zamansızdı. Çarşının içine girdiğinde sapaktan rastgele bir yol seçti, daha tenhadır diye sağdaki balık pazarının olduğu yola yöneldi. Kalabalık değildi ama balıkçılar tezgahlarındaki son balıkları satıp gitmek için olanca sesleriyle bağırıyorlardı. Bir tezgahın önünde durdu, karides ölüsü etkileyici değildi ama önünde deniz levreği yazan balıklardan biri ağzını açıp kapıyordu. Düşündü, acaba ne hissediyordu balık? Farkında mıydı birkaç saat sonra canının değil de pişirilme şeklinin tartışılacağının? Ölürken ne hissedecekti ya da aslında şu an his gitmiş sadece yaşamaya çalışan organların bilinçsiz çabası mı vardı? “Buyur abi, nasıl bişey bakmıştın?” Sadece elini alıcı değilim anlamında kaldırdıktan sonra dört ay sonra kene ısırmasından bir çocuğunu kaybedecek olan Gümüşhaneli balıkçı “Mala bak” diye düşündü. Kiler Sokak’ın başındaki bar onun için önemliydi.
Evini tarif ederken hep oranın ismini söylerdi. Sokağa yönelmek yerine oturdu barın küçük sandalyeli dar masalarından birine. “Abi hoş geldin nerelerdesin ya? Hiç ne olsun iş güç işte….” N’aber abi-sağ ol sen nasılsın- çok sağol sen de iyi misin? kalıbı onun için 4 saniyede geçen ama bir ömürlük enerji alan en samimiyetsiz en gereksiz andı. Neden hiç merak etmiyordu onların nasıl olduğunu? Ya iyiyim yerine “Kötüyüm, biraz sıkıntım var derse ne yapar, ne derim” diye düşündü. “Seni bu aralar sıkıntılı görüyorum, ne oldu bişey mi oldu” diye sordu haftaya evlenecek ama iki ay sonra şiddetli geçimsizlik sebebiyle boşanacak olan Manisalı garson. “Bir bira versene” dedi garsona. Birasındaki köpüklere baktı ama benzetemedi kendini onlara. Eviyle arasında 4 arabanın park halinde olduğu, yüz metre gibi bir yokuş vardı. Sandalyeden kalkıp, hesabı ödeyip evine varmak için 3 dakika 22 saniyelik yolu aşması gerekiyordu. Birasının son yudumunu aldığı anda 4 yaşında bir kedi kendisini ezmek üzere olan bir taksiden son anda kurtuldu. Derin bir oh çekti ama sonra anlam veremedi. Şu an tanıdığı hiçbir insanın ölümden paçayı sıyırmasına bu kadar sevinmezdi. Ölümden kurtulmak süreç dahilinde mi dikkate alınması gereken ya da son anda olduğunda mı sevinilesi bir şeydi?
Annesi tedavi gördüğünde teyzesi tarafından bakılan bir insan olarak, teyzesi öldüğünde “Çok çekmeden kurtuldu” kelimesini sarf eden bir insandı ama hayatında 3 saniye gördüğü kedinin de araba tarafından ezilmemesini de ‘kurtulmak’ olarak tanımladı. Hesabı kasada ödedi. Kedi bakışlı Manisalı’ya bahşiş ödemeden ve onun yüzüne bakmadan çıktı mekandan. Tam da olması gereken saniyede evinin kapısını açtı. Ama Ferda olması gereken yerin iki metre kadar salona doğru ilerisindeydi. Karnından onunla birlikte sürünen kanı mesafeyi tahmin ettirebilmişti ona. Son durağı evin en ışıklı yeri olan salon olmuştu. Çiftlik levreği değil deniz levreği diye düşündü ona baktığında. Çıktığında öldü zannediyordu onu. O iki metrede neler yaşadı acaba. Annesini mi düşündü? İntikam mı düşündü? Yoksa sadece yaşamak mı istedi? Ölürken son düşüncesi ne oldu? Kapı çaldı. Açtı. İnternetten sipariş ettiği hatta çok ucuza bulduğu siparişi gelmişti. Saat 9:30 dan bu yana ilk defa güldü. Hatta kapı kapandıktan sonra da güldü. Sonra düşündü. Sevinmek ne kadar anlamsızdı. “O an mutlu olduk diye gülmek bir saniyelik mutluluk ama üzülmek niye bu kadar uzun sürüyor? Kargom geldi diye sevinmekle cinayet işledim diye üzülmek kavramlarını bir istatiksel düzlemde nasıl tablolaştırsam?” diye düşündü.
Ölü bir insana bakmanın anormalliğinden kendi öldürdüğü insana bakmanın normalliğine geçiş yaptı o an. Çıktı gitti evden. Soğukkanlı bir katil miydi yoksa ne yapacağını bilmeyen bir acemi miydi kendisi? Bunu hiç düşünmedi, geldiği yola doğru yürüdü. Yolda daha önce yüzlerce kez gördüğü ama incelemeyi hiç akıl edemediği detayları fark etti. Yıllardır aynı parfümcü ona selam veriyordu ama o oradan sadece bir kere parfüm almıştı. Ferda ile ilk buluşmaya giderken leş gibi koktuğunu hissettiğinde girmişti oraya. 4 yıldır selamlaşıyorlardı. Kediler ne kadar da büyüktü burada? Balık pazarı kedisi olmak ne şanslı bir şeydi. Tavuk salam için kafasını paçalara sürten canlılar ne ara atılan balık organlarını seçen gurmelere dönüşmüştü? Yol ayrımına geldiğinde sahile giden yolu seçti. Evinden çıkıp çay bahçesine gitmesi 6 dakika 44 saniyesini aldı. “Abi hoş geldin” dedi Kastamonulu. Çay istedi. Geç geldi çay ve soğuktu ama önemsemedi. O sırada Kiler Sokak’ın köşesindeki barda oturan adam hesabı istedi. Manisalı “Kart mı, nakit mi” diye sordu. “Al şunu üstü kalsın” dedi “Kalsın” dedi yüzüne bakarak onun. “Sağ ol abi.” Hesabı ödedikten sonra balık pazarı yoluna giden adam Gümüşhaneli akrabasını ziyaret etti. İşler iyi değildi ama insanların davranışları hariç hayat iyiydi onun için. Adam yoluna devam etti.
İmge Çay Bahçesi’ne geldiğinde ilk yaptığı iş Samsun yapımı 14 santimetre uzunluğundaki bıçağı onun sağ ciğerle böbrek arasındaki boşluğundan sokmak oldu. Bu hamle iki kere daha tekrarlandı. Kastamonulu şok oldu, adam kaçtı, o düştü. Bu olaydan 1 dakika 22 saniye geçti. Yerde yatıyordu o. Büyük ihtimalle ölecekti. Ağzındaki metal tadı çay tadı ile birleşmişti. Ölmek nasıl bişey, ölürken ne hisseder insan bunu anlayacağı için meraklıydı ve korkuyordu. İlkokul aşkını düşündü vazgeçti, annesinin yüzü aklına gelmedi, deniz levreği dedi o da ölüyordu… Canının derdine düştü, anıları koyverdi çünkü canı yanıyordu, niye öldüğünü bilmiyordu, tıpkı Ferda gibi…