Ahmet YATĞIN
Bahar Orth, hem İstanbullu hem de Frankfurtlu yazar. Polisiye romanların erkek egemen dünyasında kendine önemli bir yer açmış bir yazar. Tehlikeli Sular isimli kitabının sayfalarını çevirmeye başladıkça önce iyi bir İstanbullu olduğunu sonra iyi bir Frankfurtlu olduğunu anlıyorsunuz. Kendi deyimiyle “melez” bir yaşamın içinde geçen, olayların birbirini takip ettiği ve ilişkilere dair pek çok detaya şahit olduğumuz ‘tehlikeli’ bir kitabın yazarı Bahar Orth’a sorularımı yanıtladığı için çok teşekkür ederim.
ο Tehlikeli Sular adında dikkat çekici bir polisiye roman yazdınız. Yazım süreci nasıldı?
Bu serüven benim için yeni değil, kendimi bildim bileli hem bolca okuyorum hem de bir şeyler yazıyorum aslında. Çocukken günlük yazardım, lise yıllarımda denemeler yazdım, üniversite eğitimim sırasında ise artık önceliğimi kendi yaşantıma odaklı yazılar yerine bütünüyle kurgu ürünlere vermeye başladım. Orada çok daha yaratıcı olabildiğimi keşfetmiştim çünkü. Bir tür tasarımcı gibi görüyordum kendimi, bu çok güçlü ve özgür hissettiriyor insana. O hissin peşinde, yazılarımı yazmaya devam ettim. Siz benimle Tehlikeli Sular aracılığıyla tanıştınız ama aslında yarım kalan bir sürü hikayem, hatta Tehlikeli Sular haricinde de bir tane daha bitmiş romanım var. Umarım ki onunla da yakında tanışacaksınız.
ο Peki gelen tepkiler nasıl? Özellikle en yakınlarınızdan gelen şaşırtıcı tepkiler oldu mu?
Gelen tepkilerden çok mutlu oluyorum. Okurlardan edindiğim genel kanıya göre baştaki beklenti ile okuduktan sonraki görüş epey farklı oluyormuş. Basit bir tema, klasik zengin kız – fakir oğlan ilişkisi zannederek başlayıp hızla bambaşka bir yöne evrilen kurgu karşısında çok şaşırdıklarını söylüyorlar genelde. Birkaç sayfa okumak için eline alıp saatlerce elinden bırakamadığını, hatta aynı gün içinde bitirdiğini söyleyen çok kişi oldu. Son sayfaya dek bunca düğümün içinden nasıl çıkacağımı merak ediyor, onlara hazırladığım sürpriz son ile karşılaşınca da hayli şaşırıyorlarmış. Gülümseyerek okuyorum ve dinliyorum bu yorumları. Yazma serüveninin en keyifli kısmı burasıymış! Okurlarımı şaşırtabildiğimi görmek yeni hikayeler yazma hevesimi tetikliyor…
ο Türkiye’de polisiye denince sadece Ahmet Ümit akla geliyor, kadın polisiye yazarları ise neredeyse yok sayılıyor. Bu iki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ahmet Ümit elbette Türk edebiyatı için polisiyenin kilometre taşı. Ben de çok severim kendisini. Aslında gerek kadın, gerek erkek başka yazarların da aynı türde eserleri olmasına rağmen Ahmet Ümit’in bu alanda onlarca eserinin olması ve hep polisiye teması ile çalışıyor olması elbette bu alandaki bilinirliğini çok arttırmış oldu. Akla ilk gelen isimlerin hep kadınlar olduğu edebiyat türleri de var. Kadınların isimlerinin polisiye ile pek anılmamasının ayrımcılık kaynaklı olduğunu düşünmüyorum o yüzden. Belki aynı türde yazmaya daha ısrarcı, yazım serüvenini daha uzun soluklu tutabilen kadın yazarlara ihtiyaç vardır…
Bu gönderiyi Instagram’da gör
ο Okumalara doyamadığınız yazarlar var mı?
Türk edebiyatından Zülfü Livaneli, Orhan Pamuk, Elif Şafak, Ayfer Tunç, Şükran Yiğit, Ayşe Kulin gibi usta yazarların romanlarını okumaktan büyük keyif alıyorum. Dünya edebiyatını özellikle üniversite dönemimde, genelde de Kafka, Nietzsche, Camus, Sartre gibi daha felsefi eserler veren yazarlar özelinde takip ediyordum. Fakat belki artık kendim de yazıyor ve Türk kültürü ile edebiyatından besleniyor olduğumdan, Türk edebiyatından eserler okumak daha öncelikli tercihim oldu. Yeni kitap alırken genelde Türk yazarların eserlerini seçiyorum.
ο Özellikle sizi etkilediğini düşündüğünüz yazarların sizi etkiliyor oluşundan kaçınır mısınız? Yoksa aksine bu benzeşmeden hoşlanır mısınız?
Okuduğum yazarlar elbette beni etkiliyor, hepsi de bana bir şeyler katmıştır. Fakat her yazarın bir de kendi özgün tarzı var. Ben daha çok diyaloglarla çalışmayı seviyorum örneğin, okuduğum çoğu romana göre benimkilerin diyalogları daha fazla. Hatta bu yüzden “okurken sanki film veya dizi izliyormuşum gibi oluyor, nasıl bittiğini anlamadım” diyenler çok oldu. Benim de kendi sesimin bu olduğunu düşünüyorum ve bundan mutluyum. Bir yazar için en önemlisi bu bence; Birilerini taklit etmek değil, kendi sesini ve rengini bulmak, ona sadık kalmak. Elimden geldiğince bunu başarmaya çalışıyorum.
ο Kitap İstanbul’da geçiyor ama siz bir süredir Almanya’da yaşıyorsunuz. Frankfurt’ta hayat nasıl? Özellikle Almanya’da yaşamak ve çalışmak isteyen genç entelektüellere bir mesajınız olur mu?
Kitap büyük oranda İstanbul odağında olmakla birlikte Frankfurt’ta geçen sahneler de içeriyor aslında. Tıpkı kendi hayatım gibi. Biraz arafta bir yaşam biçimi aslında bu “göçmenlik” dedikleri şey. Önce evini çok özlüyorsun, sonra gittiğin yere de zamanla alışıyorsun. Döndüğün kısa anlarda bulduğun yer sana tanıdık gelen o ev de olmuyor zaten artık. Mutlaka bir şeylere yetişememiş oluyorsun. Kendin de değişmiş oluyorsun üstelik. Almanya’da Türkiye’yi aradığın gibi, Türkiye’de de Almanya’yı aradığını fark ediyorsun. Sonra “ben nereye aitim acaba” diye düşünüp işin içinden çıkamıyor insan. Fakat ben anladım k aslında illa tek bir yere ait olmamız gerekmiyormuş. O yüzden buraya gelmek isteyen yeni jenerasyona mesajım, yeni bir yere alışmak için eski benliklerinden vazgeçmek zorunda olmadıkları. Hem İstanbullu, hem Frankfurtlu olabilirsiniz. İsimler farazi elbette, hem Ankara hem Stockholmlü de olabilirsiniz! İngilizce’de “hybrid” deniyor buna, “melez” yani. Ne kadar çok yere uyum sağlayabiliyorsanız o kadar başarılısınız bence. Konfor alanından çıkıp seni hiç tanımayan bir dünyada her şeye yeni baştan başlamak başlı başına bir cesaret örneği zaten. İki, üç, beş şey birden olabilmek güzel olan. Algılarımız açılıyor, ruhumuz zenginleşiyor. Yani hiçbir şeyi seçmesinler, makbul olanı Cem Yılmaz’ın da dediği gibi, “little little into the middle”.
ο Yazarken dinlediğin müzikler var mı? Müzikle aran nasıl?
Müzikle aram iyidir, bence hayatımızı siyah beyaz olmaktan çıkarıp ona renk katan şey müzik. Ayrıca onu yazılarımda bir katalizör gibi de kullanıyorum. Bir sahnenin veya bir karakterin duygusuna girmemi sağlıyor, dinlerken cümlelerimin çok daha kolay aktığını hissediyorum. Okuru da aynı havaya sokmak için kitabımın bazı sahnelerinde karakterlerimin o an dinlediği müziği de belirttim üstelik. Belki okurken bir yandan da dinliyor olurlarsa onlar da hikayenin havasına daha rahat girebilirler diye düşündüm. Aynı anda aynı şeyi hissedebilmek kolay değil ama bana kalırsa müzik ortak duyguyu sunan büyülü bir anahtar. Bu yüzden ben de keyifle kullanıyorum.