Ercan MERAL
Ve Olaylar Gelişir…

Sokaklarda dolaşıyorsunuz, gideceğiniz yeri arıyorsunuz mesela, bir apartmanın kapısında pofuduk bir kedi gördünüz, mahalle kasabının vicdanının kiloları var üzerinde… Ne yaparsınız? Bence onun poz verme alışkanlığından da yararlanıp bir fotoğraf çek, at Instagram’a #catlife #cute #fatcat. Arkadaş evindeki elinizi kolunuzu yalayan köpek de aynı muameleyi hak ediyor tabi. Yunusları uzaktan görmek, safaride aslan çekmek, baharın gelişiyle örülen örümcek ağlarını fotoğraflamak ya da sürekli kedili video paylaşan hesapları takip etmek, uyurken televizyon karşısında Serengeti belgeselleri açmak…

HEM AĞLATTILAR HEM KORKUTTULAR

Hayvanlar her zaman hayatımızın içinde oldu. Nuh Peygamber tufan kopmadan gemisine her hayvandan bir dişi bir erkek almamış mı? Rivayete göre Hz. Ali’nin hayvanlarla konuştuğu söylenir, Büyük İskender doğu seferine gittiğinde savaş aracı olarak kullanılan fillerle karşılaşır ve geri çekilmek zorunda kalır, bilinen ilk iletişim araçlarından biri haber güvercinleridir…

Sinema hayattan beslenir ve bizler gibi o da hayvanlara kayıtsız kalamaz. Hayvanlara misyonlar ve anlamlar yükleriz, onlarla dost oluruz, onlardan korkarız, onlara ihtiyaç duyarız. Tüm duygularımızın içinde varlar. Sinema, hayvanları çok farklı hislerle, çok farklı kurgularla onlarca yıldır işliyor. Bazen başrol oldular bazen figüran, bazen ağlattılar bazen korkuttular, bazen gerçektiler bazen özel efekt, bazen oldukları gibi bazen abartı…

Bilinen en eski hayvan filmi 1933 yapımı King Kong’dur. Daha sonra tekrar tekrar versiyonları çekilen bu film yaratıcılık ve görsel efekt anlanımda çağının ötesindedir. Dev bir gorilin önce terör saçması, sonra bir insana âşık olması, insanların ona yaptığı haksızlıklar, sonra âşık olduğu kadını alıp Empire States’e tırmanması, katledilmesi ve hepimizi ağlatması… Bu tarih öncesi canlı bizi o kadar farklı duyguyla selamladı ki, yönetmenler bu malzemeyi tekrar tekrar kullanmak istedi. İnsan türüne en yakın canlılardan olan gorilin fazla akıllı olması, duygusal olması ilk etapta olmasa da sonrasında bize normal geldi. Benzer bir iş olarak Uzak Doğu’nun ejderha sevgisi/korkusundan yola çıkan Godzilla filmleri söylenebilir. İlki 1954 yılında çekilmiş devamında günümüze kadar defalarca işlenmiştir. Toplumsal korkular ve inançlar nasıl boyut büyüterek bize ulaşır onu gördük.

Bir diğer çok eski ve fenomen olan film Alfred Hitchcock’un 1963 yapımı Kuşlar filmidir. Başrol oyuncusu Tippi Hedren’in mekanik kuşlar çalışmıyor diye gerçekten kuş saldırısına maruz kaldığı film, en ünlü saldırgan hayvan filmlerinden biridir. 1954 yılında çekilen ve görsel efekt dalında Oscar adaylığı bulunan Them filminde nükleer atıklara maruz kalarak devasa boyutlara gelen ve insanlara saldıran karıncalar, küçük ayrıntıların da korku öğesi olarak gösterilebileceğini ilk kez gösterdi bize.

BİRİ KAÇAR BİRİ KOVALAR

Hayvanların en dost canlısı yönleri ise duygusal ve komik filmlerde yer aldı. 2009 yapımı Haçiko’da ölen sahibinin ardından onu unutamayan köpeğin hikayesi en az Babam ve Oğlum kadar ağlattı bizi. Spielberg’in 2011 yılında çektiği, en iyi film Oscar adayı Savaş Atı’nda savaşı bir atın gözünden izledik. Will Smith’in başrolünde olduğu 2007 yapımı Ben Efsaneyim’de korkunç bir virüsün insanları zombiye çevirdiği dünyada yalnız kalan bir adama, kahraman bir köpek yarenlik etti. 2014’te Kaan Müjdeci’nin çektiği Sivas filminde ise dövüş köpeği olarak yetiştirilen bir kangal ile bir çocuğun etkileyici hikayesi vardı. Tabii sadece duygusal filmlerin başrolünde yoklar. Afacan Köpek Beethoven, 101 Dalmaçyalı gibi filmlerde köpekler sevimlilikleri yanında bir o kadar da afacanlar. Peki sadece kediden, köpekten, attan mı dost olur?

https://www.youtube.com/watch?v=XBJD-lxh078

 

Yunus Balığı Flipper (1996), Balina Özgür Willy (1993) bize insanın her gün karşılaşamayacağı canlılarla da arkadaş olabileceğini anlattı. İşin mizahi ve duygusal tarafları etkileyici ama içimizdeki hayvan korkuları, filmlerde daha akılda kalıcı şekilde kullanılıyor. Köpek, balık, at ile dostluk yapılabilir ama bu bölgede çeşit biraz daha fazla. Yönetmenler hemen her hayvan türüyle bizi korkutmak istiyor. Mesela Özgür Willy filminde dostumuz olan katil balina, 1977 yapımı Orca filminde gerçekten bir katil! Ya da Afacan Köpek Beethoven filmindeki Saint Bernard türü cici köpek 1983 yılında çekilen Cujo’da hiç de o kadar afacan değil. Dostumuzu yarasa ısırınca kuduz olur o da hakkını verir.

Bazı hayvanlar vardır ki onları korkunç göstermenize gerek yoktur zaten korkunçturlar. Bu kategorideki en efsanelerden bir tanesi de 1975 yılında çekilen ve sonrasında seriye bağlanan Jaws’tır. Şimdi izleyince köpekbalığının maket olduğu anlaşılıyor ama küçükken izleyenler için nerden ne zaman çıkacağı belli olmayan Jaws tam bir travmadır. Hatta filmde tehlikenin yaklaşmakta olduğunu bize anlatan ‘dırın dırın dırın’ şeklinde bir müziği bugün bile duyduğumuzda bize ters gidecek bir şeylerin olduğunu anlatabilir.

 

Sürüngenlerden, arılardan, örümceklerden, piranalardan zaten korkarız. Anaconda (1997), Örümcekler (1990), Piranha (1978), The Swarm (1978) bu canlıların delirip, çoğalıp bir sürü insanı öldürmesini anlatır. Ama yeni moda şudur; artık bu hayvanlar normal boyutlarından çıkarılıp görsel efektlerin de yardımıyla daha tarih öncesi, daha korkunç olarak gösteriliyor. Mesela pirana zaten et yiyorken onu 10 kat büyük, uçabilen bir hale de getirince daha etkili oluyor (Piranha 3D – 2010), ya da beş metrelik köpekbalığı tarih öncesi atası Megalodon olarak 30 metre dönünce daha bir korkunç oluyor. Tabii bu filmlerin ilk halleri görsel olarak olmasa da duygu olarak daha etkileyici. Yeni versiyonlar biraz daha mizahı ve erotizmi katarak farklı bir kulvara oynuyor. 2002 yapımı 8 Bacaklı Canavarlar, dev katil örümceklerin olduğu ama komedi unsuru ağır basan bir film. Tarih öncesi deyince Jurassic Park serisini de atlamak olmaz tabii. T-Rex, Velociraptor ve diğer etçil arkadaşları…

 

OSCARLI HAYVANLAR

Peki korkunç hayvanlardan korkuyorduk zaten, ölüm makinelerine dönüştüler onu da kabul ettik ama o güzelim sevimli, zararsız hayvanlardan ne istediniz? 1972 yılında vizyona giren Night of the Lepus filminde inanmazsınız dev tavşanlar insanları yiyor. Hatta 2006 yapımı Black Sheep’te koyunlar bile yiyor! Kısacası DNA’sıyla oynanan her canlı filmlerde kana susuyor. Yönetmenler ve yapımcılar bazen de birkaç korkuyu birleştirmeyi seviyor. Uçak, klostrofobi ve yılan korkusunu birleştirdiğinizde 2006 yılında çekilen Snakes on a Plane gibi filmler çıkıyor ortaya. Düşünsenize 10 bin feet yükseklikte uçak içinde yüzlerce yılanla beraber olduğunuzu!

Hayvanları anladığımız zaman onları daha çok severiz. Kaza geçirmiş, ölmek üzere olan bir insanı hayvan organları ile yeniden yaşama döndüren 2001 yapımı Animal komedi filminde Rob Schneider, yeni organları ile hayvan içgüdülerine ve yeteneklerine sahip bir adam.

 

Peki hayvanları anlamadığımızda ve onları sevmediğimizde ne oluyor. Canilik! Sinema tarihinde öyle filmler var ki çekim uğruna birçok hayvan canından olmuştur. En büyük örnek 1959 yapımı 11 Oscar ödüllü efsanevi Ben-Hur filminin çekimleri sırasında 100’den fazla at ölmüştür. Şimdi olsa bırakın Oscar vermeyi, çekimleri tamamlatmazlar. Ya da 1979 yılında çekilen ünlü Apocalypse Now filminde kurban edilen manda gerçekten kurban edilmiştir. Tarihin en vahşi filmlerinden olan Cannibal Holocaust (1980) filminde ise öldürülen hayvanların gerçekten öldürüldüğü biliniyor.

Yıllarca filmlerde ne olduğundan bir haber şekilde yer alan, rol alan hayvanlar kendilerini en güzel animasyon filmlerinde ifade ettiler. Gerçek olmasa da bir şekilde ifade edilmeleri, çizim de olsa bizimle konuşmaları çok kıymetli. Doğal ortamlarında, kendi boyutlarında, çocuk saflığında…