EGOİST OKUR
Gülenay BÖREKÇİ
Paris’i tanımanın yolu onun ruhunu solumaktan geçiyor. Bu şehre gidip birkaç butik ve müze gezmekle, Eiffel Kulesi’ni görmekle kendinizi Parisli sayamazsınız. Kafelerinde oturup kalabalığın bir parçası haline gelmeniz; Fransız şansonlarını, onlara eşlik edebilecek kadar öğrenmeniz; restoranlarında klasik veya ‘nouvelle’ Fransız yemeklerini tatmanız; butiklerini, ama yalnızca şık ve pahalı olanlarını değil, özel noktalara gizlenmiş, vaatkar sürprizler içerenleri tanımanız; Paris’in bulvarlarını, caddelerini, yolunuzu gözünüz kapalı bulacak kadar iyi bilmeniz; kaliteli bir Fransız parfümünün başka şeyle karşılaştırılamayacağına inanmanız gerekiyor. Ne dersiniz, bunda anlaştıysak bu güzel şehri adım adım gezmeye ve tanımaya başlayalım mı?
Champs-Élysées Caddesi
Eskiden aristokratların yürüyüş yaptığı meydandı. Şimdi hâlâ Paris’in simgelerinden. Biraz fazla kalabalık, dolayısıyla bunaltıcı olabiliyor ama yine de bu 2 km uzunluğundaki ve 70 metre genişliğindeki cadde, akşamüstü yürüyüşleri için ideal. Bir uyarı: Restoranlar güzel ama çok pahalı.
Center de Pompidou
Buradaki yürüyen merdivenler tek bir şeyi kanıtlıyor, ne kadar yukarı çıkarsanız şehri o kadar iyi tanırsınız. Uzaktan görüldüğünde daha iyi keşfedilecek noktalar arasında, Palais Garnier, Notre-Dame ve sayısız kubbeli bina var. İşin güzel yanı, yürüyen merdivene biniyorsunuz ve bütün bu mimari harikası mekanlar teker teker karşınıza çıkmaya başlıyor. Oraya kadar gitmişken Musée National d’Art Moderne’i de ziyaret edebilirsiniz. (Perşembe günleri kapalı.)
Montmartre Mezarlığı
Ağaçları ve doğal ortamıyla Cimetière de Montmartre şehrin en romantik bölümlerinden birini oluşturuyor. Romantizmle çelişkili görünse de burası bir mezarlık ve Hector Berlioz, Jim Morrison, Oscar Wilde, François Truffaut, Alexander Dumas gibi pek çok önemli tarihi kişilik burada yatıyor. 19’uncu yüzyıla ait heykeller, dikilitaşlar, gotik kulübeler görülmeye değer.
Luxembourg Bahçeleri
Parkın yeşil metal sandalyelerine oturup Paris sosyetesini seyretmeye başlayabilirsiniz. Burası kusursuz bir mikrokozmos sayılabilir çünkü her kuşaktan, her kesimden, her ruhtan ve sosyal sınıftan insana rastlanabiliyor. Turistler, öğrenciler, çeşit çeşit Parisli, sabah koşuya çıkanlar, gölde kayıkla gezenler, satranç oynayanlar, tenis oynayanlar, köpeklerini gezdirenler, âşıklar, kavga edenler, ayrılanlar, barışanlar, flört edenler…
Louvre Müzesi
Görkemli boyutları Musée du Louvre’u ürkütücü bir yer haline getiriyor. Buraya girip haftalar boyu eski Mısır mumyaları, eski Yunan heykelleri ve her dönemden çeşitli sanat eserleri arasında rahatlıkla kaybolabilirsiniz. Yine de zamanınız kısıtlıysa ve sadece Mona Lisa gibi ‘olmazsa olmaz’ cazibe kaynaklarını görmeyi arzuluyorsanız düzenlenen turlardan birine katılabilirsiniz. I.M. Pei’nin meşhur cam piramidini de mutlaka görün. (Perşembe günleri kapalı.)
Château National
Gotik mimar Viollet-le-Duc, geriye, Ortaçağ’a uzanarak Paris’in 90 km kuzeydoğusundaki Pierrefonds’la benzersiz bir mekan yaratmıştı. Château National, göl kenarında yer alıyor ve görünüşüyle, atmosferiyle, ruhuyla romantizmin simgesi sayılıyor. Yüksek kulelerini, timsahların yüzdüğü kanallarını ve kocaman ışıltılı balo salonlarını görmeden ayrılmayın.
Paris okumaları
- · Paris hakkında pek çok rehber kitap bulabilirsiniz. En iyileri, Gilles Desmons’un yazdığı Walking Paris, Christopher Turner’ın yazdığı Paris Step by Step ve Alison-Sonia Landes’in yazdığı Paris-Walks.
- · Tarihi hikaye formatında okuyarak öğrenmeyi ve iyi zaman geçirmeyi tercih edenler olabilir. Ernest Hemingway’in yazdığı A Moveable Feast, Paris’in bohem hayatını en iyi anlatanlardan biri. George Orwell’in 1920’lerin Paris’iyle Londra’sını karşılaştırdığı Down and Out in Paris and London da keyifli ve öğretici bir okuma.
- · Fransız yazarları okumak da Paris’i tanımak için iyi bir yol. Rebalais, Voltaire ve Rousseau’yla başlayıp Hugo, Flaubert, Balzac ve Zola’yla devam edin.
- · Modern yazarları okumak istiyorsanız, Nathalie Serrault, Alain Robbe Grillet, Marguerite Duras, Julia Kristeva, Roland Barthes ve Michel Foucault’yu öneririm. Samuel Beckett ve Milan Kundera gibi Fransız olmadığı halde bu ülkede yaşayıp bu dilde yazmayı tercih edenler de okunmalı.