Ece ULUSUM

Henüz yirmili yaşlarının başında ama arkada bıraktığı yol, yıllarını müziğe vermiş pek çok ismin birikimini taşıyor gibi. İstanbul’da çocukluğunu tencerelerle ritim tutarak, oyuncak gitarıyla sahne hayalleri kurarak geçiren Kerem Seçkin, bugün Boston’da Berklee College of Music’te caz kompozisyonu ve davul performansı üzerine çift ana dal yapmış, hem sahnede hem stüdyoda üreten genç bir davulcu, besteci ve prodüktör.

Ailesinde profesyonel müzisyen olmasa da evin içinde sürekli çalan şarkılar, babasının ona ilk kez Nirvana’nın Smells Like Teen Spirit’ini dinlettiği o an ve ergenlik yıllarında gittiği Berklee yaz kampı, onun için dönüm noktaları oluyor. O kamptan sonra, müzikle arasındaki bağ sevdiği şey olmaktan çıkıp hayatının merkezine koyduğu mesleğe dönüşüyor. Ardından gelen Berklee yılları, bir yandan caz sahnesinin önemli isimlerinden dersler alırken, diğer yandan dünyanın farklı yerlerinden gelen genç müzisyenlerle aynı odada üretmenin nasıl bir şey olduğunu deneyimlediği, hem müzikal hem de insani olarak sınırlarını genişlettiği bir dönem haline geliyor.

Bugün Kerem Seçkin, davulcu, prodüktör ve besteci kimliklerini ayrı ayrı değil, müzisyen olmanın farklı yüzleri olarak görüyor. Hem caz eksenli enstrümantal parçalar yazıyor, hem farklı müzikal kültürlerle (Türk ve İran müziği gibi) temas ederek kendini besliyor, hem de sosyal medya çağında müzik üretmenin getirdiği soru işaretleriyle dürüst bir yerden hesaplaşıyor. Yakında yayımlanacak enstrümantal albümü, Los Angeles’a taşınma planları ve hem popüler müzik hem de daha kişisel projelerle kurmak istediği denge, bu yolculuğun bir sonraki adımlarına dair ipuçları veriyor.

Biz de Kerem Seçkin ile müzikle tanışma hikayesinden Berklee’deki eğitimine, prodüksiyon ve sound tasarımına bakışından TikTok çağında müzisyenliğin nasıl dönüştüğüne uzanan bir sohbet gerçekleştirdik.

Müzikle tanışmanız nasıl oldu? Çocukluğunuzda sizi bu yola çeken belirli bir an ya da kişi var mı?

Bu soruyu cevaplamak benim için biraz zor çünkü müziğin aslında doğduğumdan beri hayatımda olduğunu söyleyebilirim. Kendimi bildim bileli içimde müziğe karşı çok büyük bir sevgi ve müzik yapma isteği var. Hatırlayabildiğim en eski anılarımın üzerine düşündüğüm zaman bunların çok büyük bir kısmının içerisinde de müzik olduğunu fark ettim. Ailem bana hep çocukken radyoda çalan şarkıları ezbere bildiğimi onları söylediğimi ayrıca tencerelerle ritim tuttuğumu anlatır. O zaman en sevdiğim oyuncaklarımın da büyük bir kısmı oyuncak müzik aletleriydi. Oyuncak bir gitarım ve mikrofonum vardı ve onlarla ne kadar iyi vakit geçirdiğimi hala hatırlıyorum. Bu durumun pek çok sebebi olabilir tabi ki. İçerisinde müzisyenler bulunan bir aile içerisinde büyümedim fakat bütün aile bireylerimin müzik dinlemekten çok büyük keyif aldığını söyleyebilirim.

Bu durumdan kesinlikle etkilendiğimi düşünüyorum. O dönemde beni etkileyen tek bir kişi olduğunu düşünmüyorum fakat hala hatırladığımda beni çok iyi hissettiren bazı anlar var. Bir gün babam bana bir şey göstereceğini söyleyerek o zaman yeni aldığı Ipod’undan bana Nirvana grubunun Smells Like Teen Spirit parçasını dinletişini hala hatırlıyorum. O anda hissettiklerimi tarif etmek çok zor fakat bence o anda böyle bir şey yapmanın mümkün olduğunu fark ettim ve duyduğum seslerin enerjisinden çok derinden etkilendim. Aslında şu an olduğum noktada birçok farklı müzik kültürü konusunda kendimi geliştirmiş ve bu müzikleri anlayabilmek için elimden geleni yapmış olsam da yapmak istediğim üretimde stil fark etmeksizin dinleyiciye hissettirmesini istediğim şey de tam olarak benim o anlarda yaşadıklarım.

Berklee’de müzik eğitimi almış biri olarak, eğitimin en somut katkısı sizin için ne oldu? Teknik becerilerin yanı sıra bakış açısı, network ya da başka bir yön?

Öncelikle böyle bir eğitim kurumu içerisinde bulunabildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum ve gerçekten buraya gelme ihtimali olan kişilerin bu şansı değerlendirmelerini çok içten bir şekilde öneriyorum. Bence burada eğitim almanın en somut katkısı kesinlikle burada birlikte zaman geçirme fırsatı bulduğum öğrenciler ve öğretmenler oldu. Burası dünyanın her bir yerinden inanılmaz yetenekli ve istekli genç müzisyenlerin bir arada olabildiği çok özel bir ortam. Gerçekten en çok buradaki arkadaşlarımla zaman geçirerek ve onları dinleyip onlarla tartışarak öğrendim. Burada caz kompozisyonu ve davul performansı üzerine çift ana dal yaptım. Burada bulunduğum zaman içerisinde hep müziğin bütünselliğini idrak edebileceğim en kapsamlı şekilde anlayabilmek için emek verdim ve emek vermeye devam ediyorum.

Bu süreci devam ettirmek kesinlikle hayatımda en keyif aldığım noktalardan birisi. Ayrıca, burada caz müzik kültürü içerisinde önemli yerlere sahip olan öğretmenlerim oldu. Bunlara örnek olarak Greg Hopkins ve Billy Kilson’ı söyleyebilirim. Onların anlattıkları hikayeleri dinlemek, onlardan öğrenmek ve onlarla müzik yapabilmek benim için çok özel bir tecrübeydi. Bunun dışında burada kazanılan network gerçekten inanılmaz. Ben Amerika’ya 17 yaşındayken Berklee’de eğitim görmek için geldim. O zaman hayatımın önceki kısmında sadece Türkiye’de yaşadığım için burada çok fazla tanıdığım kişi yoktu, artık hiç gitmediğim şehirlerde bile burada tanıştığım müzisyen arkadaşlarım var ve hepsi alanında çok ilerlemek isteyen insanlar. Bence bu kadar rafine ve büyük bir networke sahip olmak kesinlikte Berklee’de geçirdiğim yılların bana kattığı en özel noktalardan biri.

Kariyerinizin erken döneminde “bu mesleği seçeceğim” dedirten bir dönemeç oldu mu? Varsa o anı nasıl tanımlarsınız?

İlk soruda bahsettiğim gibi aslında benim için böyle bir an yok ama tabi ki herkes gibi lisedeyken çoğunlukla tercih edilen meslek dallarını inceledim. Ayrıca o dönemde ailemi de kendimi bu işe adayacağım konusunda ikna etmem gerekiyordu. Bahsettiğim gibi kendimi bildim bileli müziğe çok yakın olan biriyim fakat her zaman kendimi geliştirmek için çok büyük bir efor sarf ettiğimi söyleyemem. Çocukken ilk önce klasik gitar ve piyano çalmayı deneyip o zamanki öğretmenlerime ve eğitimin ciddiyetine yaşım nedeniyle çok ısınamadığımdan bu enstrümanlara çok bağlı kalamamıştım. On yaşımda davul çalmaya başladım ve bu alanda ilk kez müziğe ulaşmayı ve en sevdiğim şeyi yaparak çok keyifli bir zaman geçirmeyi başardım. O zaman aradığım şey de tam olarak buydu zaten. 15 yaşımdayken Berklee’nin bir yaz kampına katıldım ve orada hayatımda ilk kez benimle yaşıt olan ve bu alanda benim o zaman çok önümde olan kişilerle karşılaştım. Bu durum beni çok derinden etkiledi ve azimli bir şekilde çalışarak nelerin elde edilebileceğini görmüş oldum. Aslında bu benim mesleğimi seçmem konusunda olmasa da müzik alanında gelişmek için kendimi adamam konusunda kesinlikle bir dönüm noktası oldu.

Bugüne kadar sizi en çok motive eden ya da motive olmaya zorlayan unsur nedir?

Beni en çok motive eden unsurun yaptığım işe duyduğum büyük sevgi ve saygı olduğunu söyleyebilirim. Bu nedenle çoğu zaman aslında motive olmam için çok fazla bir şey gerekmiyor. Müzik konusunda gelişmek, farklı enstrümanlar çalmak ve üretim yapmak en sevdiğim zaman geçirme şekillerinden. Bunun dışında başarmak istediğim şeyleri gerçekten çok istiyorum ve bunların gerçekleşmediği senaryoları düşünmek bana hiç iyi gelmiyor. Bu senaryoların gerçekleşmemesi konusunda duyduğum istek bence bir motivasyon kaynağı olabilir. O anda yapmak istemediğim fakat ilerlemek istediğim doğrultu çerçevesinde önemli olan şeyleri yapmam gereken durumlarda böyle düşünüyorum. Aslında bu da içimizdeki bazı korkuları pozitif bir şekilde kullanabilmek anlamına geliyor. Bence bu kendi kendini besleyen çok güçlü bir motivasyon kaynağı.

Dinleyiciden gelen reaksiyonlar yaratım sürecinizi nasıl etkiliyor?

Dinleyici tepkilerinin yaratım sürecini etkilediği ve etkilememesi gerektiği noktalar olduğunu düşünüyorum. Öncelikle, ürettiğiniz bir şeye insanların olumlu tepki vermesi gerçekten motive eden bir durum. Bir dinleyiciyle böyle bir bağ kurmak çok kıymetli. Aynı şekilde, fikirlerine gerçekten saygı duyduğunuz birinden gelen yapıcı eleştiri de çok değerli; hatta çoğu zaman süreci kolaylaştıran ve sizi daha doğru bir noktaya taşıyan bir etki yaratabiliyor.

Ama bunun yanında, dinleyici reaksiyonlarını üretimin merkezine koymanın doğru olmadığını düşünüyorum. Eğer yaratım sürecinin yönünü tamamen dışarıdan gelen tepkiler belirlemeye başlarsa, ortaya çıkan işin derinliği ve samimiyeti azalabiliyor. Bence üretimin temelinde her zaman iç sesiniz, duygularınız ve anlatmak istediğiniz şey olmalı. Dinleyici tepkileri bir rehber olabilir, ancak rotayı belirleyen unsur olmamalı. Sonuçta bence en değerli şey, gerçekten içinden geldiği gibi üretmek; çünkü en gerçek işler hep bu şekilde ortaya çıkıyor.

“Davulcu, prodüktör ve besteci” kimlikleriniz var. Bu üç başlık çoğu müzisyen için ayrı ayrı ya da kısmen örtüşen rollerdir. Sizin için bu rollerin birbirini besleyişi nasıl gerçekleşiyor? Hangisi üretim sürecinizde daha baskın rol oynuyor?

Bence her şeyin temelinde “müzisyen olmak” yatıyor. Bu yüzden enstrüman seçiminin o kadar da belirleyici olduğunu düşünmüyorum. Benim için esas olan, müziğe sadece bir enstrümanın perspektifinden bakmak yerine onu bütünsel olarak anlayabilme çabası. Davulcu, prodüktör ve besteci kimliklerimin hepsi bu noktada birbirini besliyor çünkü her biri müziğin farklı bir katmanını anlamama yardımcı oluyor. Davul, bana zaman, enerji ve groove’un merkezde olduğu bir bakış açısı kazandırıyor. Bestecilik ise her şeyi daha geniş bir çerçeveden; yapı, renk, armoni ve form üzerinden görmemi sağlıyor. Prodüksiyon da bu iki dünyanın arasında bir köprü gibi; teknik tarafla yaratıcı tarafın buluştuğu yer. Aslında bu roller arasında keskin sınırlar yok. Birisinde geliştirdiğim bir fikir diğerinde kendine yer bulabiliyor.

Üretim sürecimde hangisi daha baskın derseniz, bu tamamen yaptığım işe göre değişiyor. Fakat şunu söyleyebilirim ki bestecilik beni en çok dönüştüren alan oldu. Çünkü davulcu olarak düşündüğümde aklıma gelmeyen pek çok fikri, bestecilik perspektifiyle keşfedebiliyorum. Bu da sonunda davuluma, prodüksiyonuma ve genel müzikal yaklaşımıma geri dönüp hepsini doğal bir şekilde zenginleştiriyor.

Prodüksiyon süreçlerinizde davulun miks içindeki konumunu belirlerken hangi yaklaşımı benimsiyorsunuz?

Prodüksiyon süreçlerinde davulun miks içindeki konumunu belirlerken elbette yaygın ve “standart” kabul edilen yaklaşımlar var. Ancak benim için asıl belirleyici olan, duyduğum sonucun kendi kulağımda gerçekten tatmin edici olması. Teknik kurallar elbette bir çerçeve sunuyor fakat günün sonunda müziğin duygusunu en doğru şekilde taşıyan yer, benim için en doğru konum oluyor.

Bu konuda bana en çok yardımcı olan şey ise mümkün olduğunca çok iyi müzik ve iyi miks örneği dinlemek. Çünkü ne kadar fazla kaliteli referansla kendimi beslersem, hedeflediğim sesin ne olduğunu o kadar net bir şekilde anlayabiliyorum. Henüz yaptığım çalışma o seviyede olmasa bile, oraya nasıl yaklaşabileceğime dair daha bilinçli fikirler üretebiliyorum. Yani kulak hafızasını sürekli beslemek ve güncel tutmak, benim için bu süreçte en kritik nokta.

Önümüzdeki dönemde hangi türleri, hangi iş birliklerini ya da hangi üretim biçimlerini denemek istersiniz? Eğitim, performans, stüdyo, farklı müzik kültürleriyle…

Şu anda Berklee’den mezun oldum ve bir süre daha Boston’da kalacağım, ancak yakın zamanda Los Angeles’a taşınma planım var. Önümüzdeki dönemde hem üretim hem de performans anlamında oldukça aktif olmak istiyorum. Berklee’de bulunduğum süre içinde yazdığım parçalardan oluşan enstrümantal bir albüm çok yakında çıkacak. Tür olarak caz çizgisinde ilerleyen bir albüm fakat içinde farklı etkiler de taşıyor. Albümü canlı olarak çalmak da benim için önemli, bununla ilgili planlarım da yakında şekillenmeye başlayacak. Bunun yanı sıra prodüksiyon çalışmalarım da devam ediyor. Hem kendi ismimle hem de farklı sanatçılar için yeni projeler yayınlamayı planlıyorum. Bu iş birlikleri benim için çok değerli hem müzikal olarak besleyici oluyor hem de beni farklı yaratım biçimlerine yönlendiriyor.

Farklı müzik kültürleriyle ilgili olarak, alt yapım caz olsa da her zaman enstrümanımla farklı türlere eşlik edebilecek şekilde kendimi geliştirmeye çalıştım. Boston’da geçirdiğim yıllar boyunca Türk ve İran müziği çalma fırsatım oldu ve bu deneyimler beni ciddi anlamda zenginleştirdi. Böyle yeni karşılaşmalar oldukça heyecan verici oluyor, gelecekte de farklı müzik kültürlerini keşfetmeye devam etmek çok isterim.

Günümüzde TikTok, Reels ve kısa video platformları müziğin ritmini belirliyor. Bir prodüktör ve davulcu olarak sizce bu trend-merkezli tüketim sound tasarımını nasıl etkiliyor?

Bence bu konuda önyargılı olmamak gerekiyor. Bu platformlarda başarı yakalamak, ürettiğiniz müziğin merkezinde olmamalı çünkü o zaman müzik çok hızlı bir şekilde samimiyetini kaybedebilir. Ancak sosyal medyanın gerçekten pozitif yanları olduğunu da düşünüyorum. Bunlardan en önemlisi, herkesin kendi sayfasını oluşturup emek vererek bir kitleye ulaşabilme imkanının olması. Eskiden bu fırsat çok daha sınırlıydı ve çoğu zaman belirli kapılardan geçmeniz gerekiyordu. Şimdi ise üretiminizi doğrudan insanlara ulaştırabileceğiniz bir alan var.

Ses tasarımı tarafında ise şu etkileri görüyorum: Kısa videolara yönelik içerik tüketimi, bazı prodüksiyon yaklaşımlarının daha hızlı etki yaratacak şekilde şekillenmesine sebep oluyor. Bazı sound’lar ya da düzenlemeler, özellikle ilk birkaç saniyede ilgiyi çekecek formda tasarlanıyor. Bu bir yandan yaratıcı bir meydan okuma, çünkü küçük bir zaman diliminde güçlü bir etki yaratmanız gerekiyor. Diğer yandan, eğer bu trendler üretiminizin tek yönü haline gelirse de müziğin derinliğini azaltabilir.

Benim yaklaşımım şu; trendlerin farkında olmak, onları incelemek ve gerektiğinde üretim sürecine entegre etmek güzel fakat bu hiçbir zaman yaratımın ana motivasyonu haline gelmemeli. Sonuçta uzun ömürlü işler hala samimiyetten ve güçlü bir müzikal vizyondan çıkıyor.

 

Bu gönderiyi Instagram’da gör

 

Kerem Seçkin (@keremseckin_)’in paylaştığı bir gönderi

Röportajımızı ileriye dönük bir bakış ile kapatmak isteriz. On yıl sonra Kerem Seçkin’in adıyla anıldığında, iz bırakmak istediğiniz şey ne olurdu?

Yapmak istediğim şey, gerçekten bir kaliteye, bir vizyona ve insanlara dokunan bir ruha sahip üretimler ortaya koymak. Bir gün ismimin böyle bir çizgiyle anılmasını çok isterim. Hayalim hem popüler müzik alanında üretim yapmak hem de tamamen kendi estetik anlayışım ve içgüdülerim doğrultusunda geliştirdiğim projeleri hayata geçirmek.

Bu projelerin tam olarak nasıl şekilleneceğini şimdiden kesin olarak söylemek zor ama bugüne kadarki gelişim sürecimi ve verdiğim emeği düşündüğümde, gelecekte de aynı kararlılıkla ilerlediğimde nereye doğru evrileceğimi az çok görebiliyorum. Benim için en önemlisi, ürettiğim müziğin insanları olabilecek en pozitif şekilde etkilemesi ve onlara bir şey hissettirebilmesi. Eğer on yıl sonra adım bir yerde geçiyorsa, bunun böyle bir etki üzerinden olmasını çok isterim.