Bazen hayatın tüm zorluklarına karşın çığlık atmak istersiniz. Issız bir rıhtımda, kimsesiz bir odada ya da kimselerin dolaşmadığı bir sokakta. İç sesiniz ile aranızda sizi engelleyecek kimse yoktur. Ama yapmazsınız, yapamazsınız. Bilirsiniz ki yaşadıklarınız gelip geçicidir, asıl olan hayatınızda biriktirdiğiniz güzel anılarda saklıdır. Böyle anlarda dinlediğiniz müziğin gerçek gücü ortaya çıkar. Dinledikleriniz ile anımsadıklarınız arasında bir bağ oluşur. Geçenlerde ansızın bir tv kanalında rastlayıp izlediğim Cem Karaca’nın Resimdeki Gözyaşları klibi, geçmiş ile gelecek arasında köprü kurmamı sağladı.
Ne yalan söyleyeyim, bu şarkıyı ilk duyduğum yer bir sinema salonuydu. 1997’nin yazında Beyoğlu’nun arka sokaklarında yer alan Sine-pop sinemasında (ki bu sinema artık tarih oldu, kapandı) izlediğim Ağır Roman filminin bir sahnesinde kullanılmıştı, bu yıllara meydan okuyan şarkı. Cem Karaca’nın güçlü vokali, içten ve derinden gelen etkileyici sesi ile şarkı beni büyülemişti. Ses ve müzik, filmdeki görüntülerin de kafamda canlanmasına sebep olmuştu. Yıllar sonra şarkıyı yine mırıldanırken buldum kendimi… Sözlerini ezberlemiştim. “Bir gün belki hayattan/ Geçmişteki günlerden/ Bir teselli ararsın/ Bak o zaman resmime/ Gör o akan yaşları…” Belki de bu film sayesinde Cem Karaca’yı ve şarkılarını yeniden keşfetmiştim.
Hayata tutunmamızı sağlayan keşiflerimiz mi? Keşfettiğimiz yeni müzikler, hayatımıza dokunan filmler mi? Bizi etkileyen, öylesine okuduğumuz şiirler mi? Bize bahşedilen bu hayatı dolu dolu yaşamak için neler yapıyoruz? Herhangi bir sergide gördüğünüz, başkaları için bir anlam ifade etmeyen ama siz baktığınızda ve gerçekten gördüğünüzde bazen gözyaşlarınızı tutamadığınız bir resim karşısında hissettiklerimiz. Hep sormuşumdur bu soruları kendime.
Malum, yılın sonu geliyor. Her yerde listeler almış başını gidiyor. En iyi albüm, en iyi film, en iyi şarkılar listesi şeklinde ilerliyor. Fakat ben yine eski dinlediklerime, zamansız müziklere, bana göre eskimeyen şarkılara dönüyorum. Tarihe iz bırakmış ama artık olmayan ya da kısacası dağılan grupların müziklerine ve kayıtlarına…
https://www.youtube.com/watch?v=pQSh42FjDYY&list=PLRamtLUqK4fCLWeyzobkH5wplEj422L7O
White Lion’un rock klasiği Big Game albümü, new wave’e klasik müziğin tınılarını ekleyen Ultravox’un Lament albümü ya da Alphaville’in günümüz müziklerine ve zamana meydan okuyan klasikleşmiş Forever Young plağı. Bu albümler için yapabileceğim tanım, hayatımın fon müzikleri olurdu. Çünkü ben bu müzikleri dinledikçe zamanla bütünleştim, bende çeşitlendiler, yaşamıma değer kattılar. Onlarla kendimi ifade edebildim. Yazıma son verirken belki de yazının karmaşıklığına ithafen E.M. Cioran’ın şu sözünü kullanıyorum: “İnsan bütün bildiklerine rağmen, bütün bildiklerine karşı her gün yeniden başlar” ya da bana göre başlamalı.
Müziksiz kalmamanız ve hayata sevdiklerinizle ve müzikle tutunmanız dileğiyle.
Not: Bu yazı yazılırken Efterklang’ın Altid Sammen isimli yeni uzunçalarını dinledim. Meraklısına.