Paul W.S. Anderson’ın, Game of Thrones’un yaratıcısı George R.R. Martin’in pek bilinmeyen bir öyküsünden uyarladığı In the Lost Lands (Kayıp Dünya), Milla Jovovich ve Dave Bautista’yı alışılmadık bir fantezi diyarında bir araya getiriyor. Film, yönetmenin alametifarikası haline gelen stilize görselliğiyle öne çıksa da, eleştirmenleri ikiye bölmüş durumda. Kimileri için türleri harmanlayan cesur bir deneme, kimileri içinse senaryosu zayıf, efektleri göz yoran bir hayal kırıklığı olarak yorumlanıyor. Peki, 25 Nisan 2025’te Türkiye’de vizyona girecek bu film, Anderson filmografisinde nereye oturacak?

Paul W.S. Anderson’ın Yeni Oyuncakları: Cadılar, Kovboylar ve Yıkık Dökük Bir Dünya

Paul W.S. Anderson sinemasına aşina olanlar bilir; kendisi öyle rafine zevklere, incelikli dramalara pek yüz vermez. Onun dünyası daha çok stilize şiddet, B-filmi estetiği ve seyirciyi koltuğuna çivilemeyi hedefleyen saf aksiyon üzerine kuruludur. Resident Evil serisindeki lazerli kıyma sahneleri, Event Horizon’ın (1997) aradan geçen onca yıla rağmen akıldan çıkmayan cehennemi anları ya da Pompeii’deki (2014) karakterleri ve mekanları yok ederkenki sadistik keyfi düşününce, Anderson’ın ne tür bir sinemacı olduğu az çok anlaşılır. Kimileri için bu durum, onun filmlerinin eleştirmenlerce yerden yere vurulmasının (Tomatometer skorları sağ olsun) sebebidir; bize kalırsa ise bu tavizsiz ve doğrudan anlatım, günümüzün sterilize edilmiş, “tadı damağımda kaldı” dedirtmeyen blockbuster’larından çok daha katartik ve etkili olabiliyor. Şimdi ise Anderson, Game of Thrones’un babası George R.R. Martin’in bir kısa öyküsünü alıp kendi görsel dünyasına uyarladığı In the Lost Lands ile karşımızda. Sonuç? Beklendiği gibi, en azından tartışmalı.

Lanetli Bir Masal Kitabının Sayfaları

In the Lost Lands’i izlerken, daha önce pek benzerine rastlamadığım bir görsel dünyayla karşılaştığımı itiraf etmeliyim. Post-apokaliptik manzaralar tanıdık: yıkık dökük, dumanı tüten endüstriyel şehir kalıntıları, Mad Max: Fury Road’u anımsatan madenlerde slogan atan kalabalıklar… Ama işin içine ortaçağ fantezisi öğeleri, kovboylar, cadılar, kurt adamlar ve dev iskelet canavarlar girince işler değişiyor. Anderson, her bir sahneye adeta lanetli, postmodern bir peri masalı kitabından fırlamış gibi bir hava katmış. Görüntüler hem davetkar hem de tekinsiz; sanki birazdan o sayfadan bize doğru kötücül bir şey uzanacakmış gibi. Yönetmenin Resident Evil’dan da aşina olduğumuz harita ve dolunaya kalan süreyi gösteren steampunk saat gibi motifleri kullanması, bu masalsı, gerçeküstü atmosferi daha da pekiştiriyor. Her karenin özenle çizilmiş, neredeyse elle yapılmış hissi vermesi, filmin en güçlü yanı belki de. Bu tuhaf, mesafeli atmosfer sizi içine çekip kaybolma isteği uyandırabilir.

Kayıp Senaryo ve Kimyasız İkili

Görsel yapı bu kadar ilgi çekiciyken, hikaye ne anlatıyor derseniz, işte orada bazı soru işaretleri beliriyor. Milla Jovovich’in canlandırdığı, her dileği yerine getirebilen ama bunun sonuçlarının ağırlığını taşıyan melankolik cadı Gray Alys, yaşadıkları son insan yerleşimi olan Dağ Altındaki Şehir’in Kraliçesi’nden (Amara Okereke) kurt adam gücüne sahip olma dileğini alır. Hemen ardından Kraliçe’nin sadık muhafızı ve sevgilisi Jerais (Simon Lööf) gizlice gelip Kraliçe’nin başarısız olmasını diler. Alys, her iki dileği de kabul edip kurt adamı bulmak üzere Kayıp Topraklar’a doğru yola çıkar. Bu tehlikeli yolculukta ona, Sergio Leone filmlerinden fırlamış gibi duran, yılan fırlatan bir silahı olan (Evet, sinema!) ve pek konuşmayan kovboy kılıklı paralı asker Boyce (Dave Bautista) eşlik eder. Peşlerinde ise Kraliçe’yi devirmek isteyen kilise lideri Patrik’in (Fraser James) emrindeki, Tapınak Şövalyeleri’ni andıran modern Haçlılar ve onların lideri Cellat (Arly Jover) vardır.

Hikayenin potansiyeli olsa da, bazı eleştirmenlere göre senaryo bu potansiyeli tam olarak karşılayamıyor. Özellikle New York Times gibi yayınlarda film, “yavan,” “fikir kırıntısı” gibi sert ifadelerle eleştirilmiş. Saray entrikalarının yüzeysel kaldığı, Boyce’un trajik geçmişinin saklanarak finale “ucuz” bir sürpriz olarak bırakıldığı ve Alys karakterinin Boyce’un aşkına muhtaç bir figürden öteye gidemediği yönünde eleştiriler mevcut. Jovovich ve Bautista arasındaki kimyanın yetersizliği ve Bautista’nın zaman zaman “abartılı” oyunculuğu da bu eleştiriler arasında. Dürüst olmak gerekirse, Anderson filmlerinde derinlikli karakter dramaları ya da sarsıcı diyaloglar aramak belki de beyhude bir çaba. Yönetmen, daha çok Alys ve Boyce arasındaki güvensizlikle başlayıp yavaş yavaş gelişen ilişkiye odaklanmış gibi duruyor; hatta bazen aksiyon sahneleri bu ilişkinin gölgesinde kalıyor ve fazla hızlı geçiştiriliyor hissi verebiliyor.

Ucuz Efektler ve Metalik Kasvet

Anderson’ın B-filmi estetiğine olan düşkünlüğü, In the Lost Lands’de de kendini gösteriyor. Özellikle aksiyon sahnelerindeki görsel efektlerin “ucuz” göründüğü, patlama ve çatışma anlarının piksel yığınlarına benzediği eleştirisi yabana atılır gibi değil. Kurgunun da bu eksiklikleri örtmek için aksiyonu anlaşılmaz kılacak kadar hızlı kesmelerle geçiştirdiği iddia ediliyor. Belki de Anderson’ın elinde James Cameron ya da Tom Cruise bütçesi olmamasının da bunda payı vardır. Ancak filmin genelindeki o kasvetli, “her şey mahvolmuş ama hiçbir şey imkansız değil” havası, bu görsel tercihleri bir nebze anlamlı kılabiliyor. Her şeyin umutsuz ve kasvetli olduğu bu dünyada, karakterlerin de kayıp ruhlar olması, filmin atmosferini güçlendiriyor. Hayaletli demiryolları, ay ışığındaki canavarlar, patlamış reaktörler, alevli tepeler ve kafataslarıyla dolu nehirler… Vulture yazarı Bilge Ebiri’nin dediği gibi, “o kadar metal ki, can yakıyor.”

Son tahlilde, In the Lost Lands, Paul W.S. Anderson sinemasının tipik bir örneği gibi duruyor: görsel olarak iddialı, hikaye anlatımında zaman zaman tökezleyen ama kendine has, karanlık ve stilize bir atmosfer yaratmayı başaran bir yapım. Kimileri için yönetmenin en yaratıcılıktan uzak işi, kimileri içinse onun tavizsiz tarzının keyifli bir yansıması. Kararı vermek için 25 Nisan 2025’te sinema salonlarındaki yerimizi alacağız gibi görünüyor.