Ercan MERAL
Ve Olaylar Gelişir…

Yaprakların uçları rüzgarda bir şeyler anlatmaya çalışan iki kol gibi dalgalanıyordu. Sanki sessizce bir derdini anlatmaya çalışıyorlardı. Önündeki çayın yarısı kalmıştı, hepsini içememişti, çünkü çok koyuydu. Kan rengi çaya bakarken 22 saat 01 dakika sonra kendi kanının halı üzerinde aynı renkte aynı, soğuklukta perde aralığından gelen güneş ışığında parlayacağını bilmiyordu. Oturduğu kafede arkada Lia Pamina’dan Cards On The Table diye bir şarkı çalıyordu. Elini çantasına soktu, kredi kartını çıkardı, sabah 9.30 uçağına İstanbul’a bilet aldı. Eğer geçen aldığı parfümün taksidi bitmemiş olsaydı, bileti alamıyordu, şükretti. Ölümünü 8 gün 12 saat erteleyebilirdi, bilmiyordu.

İzmir sıcaktı, güneş muhtemelen olanca dikliğiyle bu şehre bakıyordu. Terli garson hesabı getirdiğinde üç gündür giydiği tişörtü Ferda’ya “Abla sponsor firma yeni logolu formaları vermedi daha, sırtı delik beni iki senedir giyiyor bu adam” dedi. Yüzünü ekşiterek hesap kutusunun içine 10 lira attı ve kalktı. Üniversite yılları bayunca gittiği bara doğru yürümeye başladı. Ev arkadaşı ile buluşacaktı. Okul bir dönem uzamıştı, arkadaşı ise bitiriyordu iki hafta sonra. Arkadaşı ayrıldıktan sonra evde tek başına kalmaya ne cesareti ne de parası vardı. Yeni sevgili bulmak kadar kolaymıydı acaba yeni ev arkadaşı edinmek. Karşıdan kısa dar, paçası kısa pantolonlu üç genç geliyordu.
“Bu kısa paçalar modası ne zaman bitecek, daha paçalar ne kadar daha kısalacak?” diye içinden geçirirken, hayatı boyunca giyimi kuşamı yüzünden kim bilir ne kadar çok insanı içinden ya da yüzüne karşı eleştirmiş olduğu aklına geldi. Ortadaki çocuk yanından geçerken yemyeşil gözleriyle utangaç bir bakış attı. O da güldü çapkınca. Aslında çok hoşmuş ya…

Mekana girdiğinde arkadaşını gördü masaya yanaştığında kız ayağa kalkıp onu sanki haftalardır görmüyormuş gibi sarıldı ve öptü. Kendi de bir kadın olmasına rağmen bu tarz abartılı haraketlere hiçbir zaman anlam veremezdi. “Şimdi neden bu kadar sıkı sarıldı, okulu bitirdiğine mi acaba, benim bitirememiş onun bitirmiş olmasının psikolojik üstünlüğünü mü kurmaya çalışıyordu? Yeni erkek arkadaş yapmış olabilir mi? Ya da kesin kıyafetimi beğenmedi kendini benden daha güzel hissettiği için mutlu mu oldu? Ne kadar da kötüsün Ferda” dedi içinden. 3-4 günlüğüne İstanbul’a gidiyorum, sonrasında da o memleketine geri dönecek, beni özleyeceğini düşünüyordur… Arkadaşı hemen konuya girdi “Kızııım babam bana iş buldu Ankara’da, daha okul bitmeden işim oldu yaa!”

“Çok sevindim, umarım mutlu olacağın bi iş olur”, dedi.
“Manyak mısın kızım nasıl mutlu olmayacağım, bu işsizlikte ne kadar zor biliyor musun istediğin işi direkt almak? Hem geçen sene bi üst sınıftan mezun olan Umut var ya. O da Ankara’da çalışıyor, direkt onu aradım, hemen buluşalım gelince dedi. Oh bi de onunla bir şeyler falan olursa efsane olur.”

Evet psikolojik üstünlük ondaydı. Kendisi okulu bitirmeden arkadaşı bitirip iş bile bulmuştu, yeni yakışıklı onu bekleyen bir çocuk da cabası.. Bir de kendi haline baktı 4 senedir aynı çocukla beraberdi. Üstelik aynı şehirde bile değillerdi. “İstanbul’a gitmek için verdiği yol paralarıyla İzmir’in moda ikonu olacak kadar kıyafet alabilirdim” diye düşündü. İzmir’e Samsun’dan okul için ilk geldiği günü hatırladı. Üstündeki eski kazağı ile İzmir’in Eylül sıcağında kim bilir ne kadar da komik görünüyordu. Çok güzel sayılmazdı ama 500 bin nüfuslu şehirden kaçmış, 3 milyonluk şehirde eli boş kalmış, şansını 17 milyonluk şehirde denemiş
de ancak bi erkek arkadaş bulmuş gibi hissetti. Kendine acıdı, arkadaşını kıskandı, İstanbul’dan nefret etti, Samsun’dan tiksindi. İzmir’e hâlâ nötrdü. Arkadaşıyla mekandan kalktılar, o eve giderken arkadaşı alışveriş yapmaya gitti.
Diğer gün erken kalkacağı için çok erken yattı. Tam 8 saat 44 dakika uyudu. Çok ilginç bir rüya gördü. Rüyasında yaz tatilinde Samsun’a gitmişti. Amcasının oğlu Zafer gelir gelmez onun bileğine dirseğine kadar altın takmıştı. Ne olduğunu anlayamadan önce anne babasını sonra da kahverengi bir atı gördü. Üstelik at da dahil herkes gelinlik giymişti. Bir sonraki karede balıkçı kıyafetleriyle Zafer onu bir sandalyeye oturttu. Hemen nikaha geçtiler. “Olamaz hayır kabul etmiyorum!” diye bağırdı ama kimse onu dinlemiyordu. Zafer’in cebinde balıkları ayıklamak için kullandığı 14 santimlik bıçağı çekti ve Zafer’e defalarca sapladı. Zafer’in eli Ferda’nın yüzünde kalmıştı. Kanlı elleri balık kokuyordu.

Ter içinde uyandı. Allahın belası ensest tutkunları diye rüyasını gerçekmiş gibi kınayarak söylendi. Kırsaldaki bir akraba ile evlendirme huyu babasında da vardı. Zafer, 12 yaşından beri onun dibinden ayrılmıyordu. Babası ile amcasının okul bittikten sonra şimdilik rüyalarda cereyan eden ama rotası daha önceden çizilmiş bu plan için çalışacaklarını hayal edebiliyordu. Acaba okulu daha da mı uzatsaydı? Bu iş için birkaç gönüllü ders tanıyordu.

Yaz tatilleri için Samsun’a geldiğinde zaman geçmek bilmiyordu. En yakınında Zafer vardı. O köylü üslubuyla ve tabiriyle Ferda’ya yanıktı. O da aslında can sıkıntısından dolayı Zafer’le uğraşmayı seviyordu. Evde mini etek deneyip Zafer’e puan verdirmeler, denizde suya batırmalar, saçlarını okşamalar… Ona göre modern dünyada çok normal karşılanan bu küçük flörtler Zafer’i nükleer reaktöre çevirmişti kesin. Ama olsun haddini bilsin hepsi diye düşünüyordu. Hem akrabam hem de cahil ve fakir bir balıkçıyla mı evlenecekti…

Sabah kalkınca hızlı hızlı hazırlandı. Hayatında çok gitmek istediği tatiller dışında hiçbir zaman akşamdan hazırlık yapmazdı. Hep son dakikaya bırakırdı. Uçağa yetişti. Uçak rötarla birlikte 1 saat 44 dakikada İstanbul’a ulaştı. Beşiktaş’ta oturan erkek arkadaşının yanına gidiyordu. Otobüsten indi, yürümeye başladı. Balık pazarından geçerken Gümüşhaneli akrabası aklına geldi balık pazarındaki. Destursuz bir akrabayı ziyaret edeceğime sahile iner bi çay içerim dedi. Sahildeki İmge Çay Bahçesi’nde az şekerli bir Türk kahvesi söyledi. Sade kahve geldi, içince yüzünü ekşiterek Kastamonulu garsona baktı, “Bu sade” dedi, “Abla sade söyledin” dedi “Yenisini getireyim.” “Yok Sağ ol” dedi, masaya 5 lira bıraktı kalktı. Kastamonulu arkasında “Yavşak” dedi. Erkek arkadaşının yaşadığı Kiler Sokak’ın başına geldiğinde köşedeki her zaman gittikleri dar aralıklı masaları olan bara girdi. Bir bira söyledi. Manisalı garson onun göğüslerini süzerek masaya buz gibi bir bira bıraktı. Birayı 6 dakika 44 saniyede hızlı hızlı içti, tam ücreti masaya bıraktı ve kalktı. Sanki tanımadığı gizli bir kadere yetişmek ister gibiydi. Yüz metrelik yokuşlu sokağı tırmandı. Binaya girdi, kapıyı açtı.

“Hoşgeldin” dedi erkek arkadaşı. “Üff çok sıcak” diye kapıyı kapattıktan 10 saniye sonra karnında bir acı hissetti. Karnında bir bıçak deliğinin olduğunu ve eteğinden aşağı kanların süzüldüğünü fark etmesi de bir 10 saniye kadar sürdü. Ağzından tek bir kelime çıktı: “Neden?”
“Sen akrabalarıyla yatan bir orospusun!” cümlesi hayatında duyduğu son cümle oldu.

Acısı vardı ama uyumadan önce uykunun verdiği ağırlık ve az sonra uyuyacağını bilmenin rahatlığı da damarlarına yayılıyor gibiydi. Erkek arkadaşı kapıyı sinirle hızlı kapatmak ile yakalanmamak için temkinli kapatmak arasında bir sesle kapatarak dışarı çıktığında, o kurtulmak için değil de son kez güneşi görmek için salona doğru süründü. Koltuğun kenarında içinden ev arkadaşının yeni işi ve yeni sevgilisi için sevindi. O sırada Zafer, Harem’de cebinde 14 santimlik balık ayıklamak için kullandığı Samsun işi bıçağıyla otobüsten inmişti.

Published On: 3 Temmuz 2019Categories: SinemaTags: , ,