Elektronik müziğin popüler prodüktörü Faruk Sabancı, bu kez rotasını Aşık Mahzuni Şerif’in mirasına çevirdi. Mela Bedel’in vokaliyle yeniden hayat bulan Darıldım, geleneksel ile modern arasında riskli ama bir o kadar da merak uyandıran bir köprü kurma denemesi.

Müzikte bazı isimler ve eserler vardır ki onlara dokunmak, hassas bir denge ve derin bir saygı gerektirir. Aşık Mahzuni Şerif, bu coğrafyanın sadece bir halk ozanı değil, aynı zamanda toplumsal hafızasının, isyanının ve vicdanının sesidir. Bu nedenle onun Darıldım gibi bir klasiğini yeniden yorumlamak, herhangi bir cover projesinden çok daha fazlasını ifade eder; cesaret ister. Bu cesareti gösteren son isim ise elektronik müzik prodüksiyonları ve pop listelerindeki başarılarıyla tanıdığımız Faruk Sabancı oldu. Bu hamle, ilk başta şaşırtıcı görünse de aslında Türkiye’nin müzikal kimliğindeki geçmiş ve gelecek diyalogunun en güncel örneklerinden birini sunuyor.

 

Duyguyu Korumak: Bağlama ve Vokal Dengesi

Böyle bir projeyi başarılı ya da başarısız kılacak olan şey, detaylarda gizlidir. Sabancı’nın düzenlemesinde en dikkat çeken ve belki de projeye olan saygısını en çok belli eden tercih, eserin ruhu olan bağlama partisyonlarını Ali Yılmaz gibi usta bir isme emanet etmesi. Bu, türkünün otantik dokusunu sentetik sesler arasında kaybetmeme niyetinin açık bir göstergesi. Diğer kilit rol ise vokalist Mela Bedel’e düşüyor. Mahzuni’nin o yorgun, yaşanmışlık dolu ve isyankar sesinin ardından “Darıldım” demek zordur. Mela Bedel’in güçlü ve modern vokali, esere orijinalinden elbette farklı, ama daha parlak ama aynı derecede duygu yüklü yeni bir karakter kazandırıyor.

Nihayetinde Faruk Sabancı’nın Darıldım yorumu, iki farklı dünyanın birbirine ne kadar yaklaşıp yaklaşamayacağına dair ilginç bir deney. Bu, Mahzuni’nin mirasına bir saygı duruşu olmasının yanı sıra, geleneksel ezgilerin bugünün ses paletiyle nasıl bir araya gelebileceğine dair de bir beyin fırtınası. Sonuç, her dinleyicinin kendi süzgecinden geçireceği kişisel bir tecrübe olacaktır. Ancak bu denemenin kendisi bile, müziğin zaman ve türler arasındaki sınırları eritebilme potansiyelini hatırlatması açısından değerli.