22 Mart gecesi Borusan Müzik Evi‘nde adeta bir müzik şöleni yaşandı. Önce yanında üç virtüözüyle, Türk hayranlarının ‘müziğin antikahramanı’ olarak tanımladığı Matt Elliott, üçüncü kolu haline gelmiş gitarı ve güçlü sesine karşın gössterişten uzak duruşuyla eşine az rastlanır bir performans sergiledi.

Bu arada her şarkısına eşlik eden arkadaş Matt’in biraz gerilmesine sebep olmuş, “Ya sözleri unutsaydım ne yapacaktım, hepsini bilen biri vardı?” diyor.

Akabinde synthesizer’iyle Colleen sahne aldı. Efektlere bolca yer verdiği müziğiyle doğayı ve yaşadıklarını aktardı. Önce Colleen’le, soundcheck’inin hemen ardından, Balat için yola çıkmadan önce; Matt’le ise sahnesinden hemen sonra BoS olarak konuştuk.

  • İlk albümünüzü 2003’te yayınladınız. Sözleri olan ilk albümünüz ise 2013’te çıktı: The Weighing of the Heart. Neden bu kadar beklediniz?

Şarkı söylemek beni çekse de bunun için sesim olmadığını düşünüyordum. Ve söyleyeceğim bir şey yoktu. Üç enstrümantal albüm yaptıktan sonra içimde denemem gerektiğini hissetmeye başladım. Doğal gelişti, bir plan yoktu.

  • Peki albümün hikayesi nedir?

Paris’ten İspanya’nın Bask Bölgesi’ndeki San Sebastian’a taşınmıştım. Bir stüdyo ayarladım. Keşif yaptım. Daha fazla alanım oldu ve daha çok enstrüman aldım. Enstrümantal olan eski Colleen’in geçiş albümüydü. Viola da gamba çaldım. Fingerstyle tekniği
kullandım ve gitar gibi akort ettim!

  • Mekanların sizi söz yazmaya teşvik ettiğini söyleyebilir miyiz?

Evet, ilk sözlerim doğa aşkımdan doğdu. Doğa benim için çok
önemli, burada da kuş gözlemi yapacağım hatta çantamda dürbün var!
Aktarmak istediğim şeylerin önemli kısmı doğayla ilgiliydi. Paris ve
San Sebastian’da bu etki vardı.

  • Seramik ve heykelcilik gibi sanatlarla da uğraşıyorsunuz. Bunlar da müziğinizde etkili oldu mu?

Dürüst olmak gerekirse hayır. 2 yıl ilgilendim. Ancak sanatsal bir kriz dönemimde müzik yapmıyorken kendimi suçlu hissetmemi önledi. Ve bana tekrar odaklanmayı öğretti. Müzik yaparken aklıma sürekli yapmam gereken işler geliyordu. Ancak bu diğer branşlarla uğraşırken tek düşündüğünüz yaptığınız parçadır. Bu alışkanlığı ve farkındalığı müziğe taşıdım. Sadece ben ve enstrümanım.

  • Son albümünüz A Flame My Love, a Frequency öncekilerden daha pozitif bir havaya sahip…

Aslında albüm çok üzgün bir dönemimden doğdu. İki şey olmuştu hayatımda: Kasım 2015’te ailemden biri çok hastaydı ve onu Paris’te ziyarete giderken terör saldırısı oldu. Sadece birkaç saat uzaklıkta… Sirenleri hala duyabiliyorum. Çok karanlık bir zamandı: Ölüm, hastalık, şiddet… Tamamen güçsüz hissediyordum. Birkaç hafta müzik yapmadım ancak albümü yapacaktım yani zorundaydım. Müzik yapmak dirilticidir. Müzik yaptıkça daha iyi hissetmeye başladım, albüm de ona göre şekillendi ve dengeli oldu.

  • Neden Türkiye’de size müziğin anti-kahramanı deniyor?

Anti-kahramanın ne demek olduğunu bilmiyorum ama ben bir rock’n
roll oğlanı değilim. Bence bu bir referans. Sadece normal biriyim, tıpkı
diğerleri gibi. Sahneye iddialı çıkmıyorum çünkü gösteri nasıl olacak
bilmiyorum. Çok iyi de olabilir, bir felaket de… Beynime güvenmiyorum,
bazen çalışmıyor.

  • Eklektik bir müzik yapıyorsunuz, rock ve elektro tınılarının folk üzerinde harmanlandığını duyuyoruz. Ayrıca bir Slav esintisi hissediyoruz. Nedir bunların kaynağı?

Bütün arkadaşlarım üniversitedeyken ben 10 yılımı bir plakçıda çalışarak harcadım. Yani tüm dünyadan büyük bir müzik kataloğuna erişimim vardı. 1990’larda The Third Eye Foundation projesiyle kullandığım ilk sample’lardan biri Türkçe bir folk parçasından alıntıydı.
Gençken blues rock skalasındaydım. Sonraki tüm yaşamımı bunun dışında geçirmeye çalıştım. Çünkü bu benlik değildi pek. Doğu müziğinde daha ilginç fikirlerim vardı.

Sadece Orta Doğu değil, İspanya ve Japonya da dahil. La minör, mi gibi akorlarla tekrar etmek istemiyorum.

  • Drinking Songs albümünüz burada bir kült haline geldi. Hikayesinden bahseder misiniz?

Drinking Songs ilk stüdyo albümüm, Paul McCartney’in üniversitesinde stüdyo mühendisliği okuyan bir çocukla kaydettik. Bu yüzden stüdyoyu kullanmamıza sadece gece izin veriliyordu. 10’da gidip sabah 6’da çıkıyorduk. Ve bu benim ilk stüdyo deneyimimdi.

Sonunda dosyaları bilgisayardan aldım, bilgisayara güvenmem. Başlangıçta plak şirketi pek
memnun kalmadı “Eh… Bu pek Matt Elliott albümü gibi değil!” dedi ancak sonunda herkes mutluydu. Sanırım ünlü olma sebebi ise YouTube algoritmalarıyla ilgili, 3 milyon tık almış. Ama 10 – 15 yıl sonra insanlar sevmeyebilir.

  • Etkilendiğiniz isimler kimler?

60’lar ve 70’lerin Jamaika ve Amerika menşei siyahi müziğini dinliyorum. Soul ve funk seviyorum. The Numero Group’tan çıkan Eccentric Soul serisi mesela. Sanırım yaptığımın tam tersi olduğu için seviyorum. Ben bir modern müzik insanı değilim, klasik ve eski kafalıyım.

  • Vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

Ben kimim ki insanlara bir şey diyeyim. İyi olun, dünya daha güzel bir yer olsun.

Published On: 1 Nisan 2019Categories: Pano, RöportajTags: , , , ,