Zeynep TOKER

Müzisyen, koleksiyoner ve araştırmacı Eray Düzgünsoy32. Akbank Caz Festivali kapsamında gerçekleşecek olan Japonya’da Caz ve Jazzu Kissa panelinde; Japonya’nın caz tarihi ve özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemine ve 1970’lerdeki yükselişine odaklanacak. Kadıköy’deki Outro Music Store / Listening Shelter’ın “Dur! Dinle!” başlıklı etkinlik serisi kapsamında düzenlenecek söyleşi, 8 Ekim’de meraklılarını bekliyor. Öncesinde ise Eray Düzgünsoy Back on Stage okurları için sorularımızı yanıtladı!

ο Japonya’nın caz ile tanışması okuduğumuz kadarıyla 1920’lere kadar gidiyor. Kaynaklar, o dönemde bir Amerikan kolonizasyonu olan Filipinler’in etkisinin olduğunu yazıyor. Bize Japonya’ya cazın nasıl geldiğini anlatır mısınız?

Evet, aslında bahsettiğiniz gibi kaynaklarda geçenler üzerinden Japonya’da caz, Manila ve Şangay limanına gelen lüks yolcu gemilerinde bulunan caz gruplarının taşıdığı bir sound olarak biliniyor. Ayrıca Amerikan askerlerinin de dediğiniz gibi Asya’ya taşıdığı bir müzik. Caz kelimesi ise ilk defa 1929 yılında sessiz bir filmin afişinde karşımıza çıkıyor. Bu konuyla ilgili olarak Loft Caz gazetemizin ilk sayısında sevgili Atilla Ayginin‘in kaleme aldığı şahane bir yazı da var. Tarihsel olarak izlek bu şekilde olsa da asıl olan savaş sonrası Japonya’da cazın birden popüler bir türe evrilmesi. Bu kısım aslında her ne kadar daha önceleri bilinen bir tür olsa da kalıcı olarak cazın nasıl ülkeye yerleştiğini anlatan fikirlerle dolu. Elbette ilk olarak düşünülen Amerika’nın savaşı Japonya karşısında kazanması sonucu oluşan kültürel değişim tabii ki. Ama bir başka teori -ve bence önemli olan- cazın doğaçlama dünyasının Japon geleneksel müziğinde de bolca bulunuyor olması.

ο 19. yüzyılın ortasından itibaren, Amerika ve Japonya arasında siyasi bir çekişme var. Nitekim İkinci Dünya Savaş’ında doğrudan karşılaşma yaşandı. Japon devletinin bu süreçte “Amerikan müziği” olarak görülen caza karşı tutumu ne oldu peki? 

Japonlar cazı buluştukları dönemden bu yana sevmiş ve benimsemiş durumdalar. Uygulama olarak farklılıklar gösterse de repertuvarına saygı duymuşlardır. Savaş döneminde caz müziği yasaklanmış olsa da kapalı alanlarda icrası devam etti. Sonrasında ise zaten her yerde çalınmaya başladı.

ο İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bütün ülkeye yayılan ancak kökleri savaştan önceye kadar giden bir de “Jazu Kissa’lar” var. Bize biraz “Jazu Kissa’ların” ne olduklarından ve Japonya’daki caz müziğine, caz kültürüne olan etkilerinden bahseder misiniz? Oldukça ilgi çekici bir konsept.

Jazu Kissa’lar aslında kısaca caz dinleme alanları. Bugün tekrar popülerliğini kazanmış önemli bir akım bence. Dinlemeyi merkeze alan bu mekanlar aslında bir yandan da Japon yaşam biçimine dair de veri sağlıyor. Genelde sağlam bir arşivi olan mekanların içerisinde insanlar kendisi gibi konuya yaklaşan insanlarla sosyalleşiyor bir yandan. Bunun bugün güzel örneklerini dünyanın pek çok yerinde görmeye başladık.

ο 70’lerde ise hem caz sahnesinde hem de diğer müzik tarzlarında büyük bir gelişim olduğu görülüyor. Bize biraz da bu dönemi anlatır mısınız? Japon caz müziğinin funk, progressive rock, disco gibi farklı janrlar ile hibritleştiği ve çok daha popüler olduğunu bir dönem gibi gözüküyor. 

Evet, 70’ler cazın çok farklı türlerle iç içe geçtiği çalışmaların bolca olduğu bir dönem. Japonya özelinden bakacak olursak belki de en popüler olduğu dönemlerden birisi. Orkestraların daha geniş kitleler ile buluştuğu hatta reklam müziklerine kadar cazın pek çok versiyonunu görebildiğimiz bir dönem. Burada tutkulu Japon dinleyicisinin benimsediği bir müziğin sonuna kadar takipçisi olması halet-i ruhiyesi de var. Burada Amerika’dan gelen cazcıların verdiği konserlerin ve albümlerin içerisinde bulunmalarının da önemi çok büyük. Yine aynı şekilde Japon gençliğinin de batı ile yakın teması burada verdikleri küçük çaplı konserler de etkili.

ο Peki geleneksel Japon müziğinin etkilerini ilk ne zaman görmeye başlıyoruz? Bu geleneksel müzik hem enstrüman kullanımı hem form olarak Japon caz müzisyenleri üzerinde ne kadar etkili oldu?

Japon Geleneksel Müziği bence iki ayrı biçimde caza etki etmiş durumda; birincisi enstrüman kullanımı ikincisi ise geleneksel müzikteki felsefi yaklaşımlar. İlkindeki örnekler içerisinde yüzeysel örnekler de görmek çok mümkün, fakat diğer alanda Zen Budizmi’nin müziğin icrasında çok farklı boyutlar kazandırdığı aşikar. Yirminci yüzyılda pek çok müzisyeni derinden etkilemiş Uzak Doğu öğretilerinin açmış olduğu derin yol hala yeni sesleri duymamıza sebep oluyor.

ο Yıllarca oldukça lokalize kalan Japon caz sahnesi, sanki 2000’li yıllardan sonra tekrar keşfedildi. Siz bu durumu neye bağlıyorsunuz? Oldukça ilgi çekici bir şekilde 70’lerde yapılan albümler uluslararası ölçekte tekrar dinlenir oldular.

Özellikle plak kültürünün tekrar canlanmasıyla ilişkili bir soru. Avrupa’da bu kültürü hareketlendiren pek çok digger’ın egzotik kültürler içerisindeki yeni ses arayışlarının da bir sonucu aslında. 70’ler anatolian psych vs. diye tekrardan sunulan ve bizim coğrafyamızdaki müzisyenlerinde ilgi görmesine sebep olan bu durum Japon 70’leri için de geçerli. Önemli fark şu; dinleme kültürünün bu kadar gelişkin olduğu Japonya’da üretim de bir o kadar çok olmuş ve ortaya inanılmaz çeşitlilikte albüm çıkarmışlar.

ο 8 Ekim akşamı Japonya’da Caz ve Jazzu Kissa başlıklı söyleşi ile festival dinleyicisiyle bir araya geleceksiniz. Neler hissediyorsunuz? Dinleyicileri nasıl bir söyleşi bekliyor?

Bu buluşma bizim de bir çeşit Jazzu Kissa olarak tanımladığımız ve kendi yerimiz Outro Music Store‘da yapılıyor. Outro’nun alt başlığı ise Listening Shelter… Karşılıklı birer sohbet havasında geçmesini planladığımız buluşmada dönemin yukarıda bahsettiğimiz örneklerini de plaklardan çalacağız. Umarız hepimiz için özel bir gece olur.

Not: Etkinlik 30 kişi ile sınırlı ve ücretsizdir. Akbank Caz Festivali resmi sitesinden bilet temin edebilirsin. Programı detaylı incelemek için tıkla.